İnsanlarla iç içe yaşayan biri değilim.
Buna rağmen, günde onlarca insanla konuşma fırsatım oluyor.
Daha çok onlar buluyor beni.
Belki de bu nedenle daha çok onlar konuşuyor.
Dinlemek kalıyor bana.
Bu durumun; gazetemizle de bir ilgisi var mutlaka.
*
İnsanlar, nedenini benden iyi bildikleri konularda bile
Bir şeylerden şikayet ediyor.
Sorunların yaşanması doğal,
Şikayet edilmesi de öyle.
Doğal olmayan, sadece şikayet ediliyor olması.
*
Şikayetçilerin ortak özellikleri arasında,
Üçüncü şahıslardan beklentileri var.
Sorunlarını onlara havale ediyorlar.
Sorun tespitleri doğru,
Çözüm önerileri hazır ama
“kim yapacak? Sorusunda bocalıyorlar.
Kafalarında, muhalif unsurların yanı sıra hemen herkes var.
Ama kendileri yok.
Kendilerine özel, sorunlarda bile üçüncü şahısları işaret ediyorlar.
*
Bunların arasında basın ön sıralarda yer alıyor.
Birileri çıksın, araştırıp yazsın, gerekirse kavga etsin istiyorlar.
Bazıları biliyor ama bazıları unutmuş durumda,
Basının da gücünü şikâyetçi ve muhalif kesimden aldığını.
Bir şeyleri birlikte ifade etmek istediğinizde anlıyorsunuz bunu,
Ortada kimse kalmıyor.
Birebir konuşmalarda ifade edilen şu:
“Ben bu konuda konuşursam sorun daha fazla büyüyebilir, en iyisi siz bunu yazmayın”
*
Burada inanılmaz bir çelişki var.
Basını bir çare olarak göreceksin, derdini anlatacaksın ama yazılmasını istemeyeceksin.
Bu mantığı anlamak mümkün değil.
Aynı mantığın, basına yönelik eleştirisini anlamak ise hiç mümkün değil.
*
Güç olamayan siyasi partilerimiz, sivil toplum örgütlerimiz,
Kendi üyeleri de dâhil olmak üzere kimseye umut veremiyor.
İnsanımız, kendini yalnız ve güçsüz hissediyor.
Yaşadığı sorunları konuşmak istiyor ama bunun sorunlarını küçültmeyeceğini düşünüyor.
Hemen hepsinin de bunu doğrular örnekleri var.
Sonuç olarak iki kişi bir araya gelemiyor.
Herkes, bulunduğu yerde ne yaşıyorsa yaşıyor.