Sevgili Öğretmenim,
Bundan yirmi yıl önceydi. Yüzden fazla çocuktuk. Kimimiz gazeteci kimimiz doktor kılığındaydık. Kimimiz hemşire kimimiz patron kimimiz işçi…
Yüzden fazla çocuk hep birlikte "Dünyayı Yanağından Öptük" demiştik.
Bundan yirmi yıl önce o tiyatro oyununda rol alarak dünyayı şefkatle yanağından öpmeyi öğrendik o zaman. Bizi izleyenlere de dikkatli olmalarını öğütledik. Böyle giderse "Ve dünya… Ve koskocaman dünya yetmeyecek bize." dedik.
Dinletemedik…
Dünyayı şefkatle yanağından öpen çocuklardık, büyüdük. Belki biz de unuttuk o oyunda büyüklere verdiğimiz öğütleri.
Kaynaklarının sonu yokmuşçasına sömürdük dünyayı. İhtiyacımız olandan kat kat fazlasını edindik hep. Dolaplarımızı kıyafetlerle doldurduk. Yüzümüz hep güzel kalsın diye kremleri alırken hayvanların laboratuvarlara tıkılıp acı çekmesini görmezden geldik.
Plastikler… Kullan ve at! Ne kadar hoşumuza gitti! Kullandık ve attık! Kullandık ve attık!
Attığımız yer evimiz değildi ya görmedik ne kadar çoğaldığını plastik atıkların dünyada. Sanki evimiz dünyada değilmiş gibi dünyadan başka bir evimiz varmış gibi…
Ağaçların altında yahut göl kenarında oturmaktansa alışveriş merkezlerine doluşmayı tercih ettik. Sistemin "lüks" olarak sunduklarını periyodik indirimlerle elde etme yarışına girdik. "Dünya Emekçi Kadınlar Günü Özel İndirimi" örneğin! "Babalar Günü İndirimi" mesela!
Emeğimiz karşılığında sistemden zar zor kazandığımızı gidip yine kendi ellerimizle sisteme teslim ettik. Hep daha çok tükettik.
Tükettikçe daha fazlasını istedik. Ama… Ama çocukken dünyayı yanağından öpmüştük. Hepimiz de unutmadık ya bunu.
Camlar birazcık pahalıydı belki ama defalarca kullanılabiliyordu neticede. Camları tercih ettik her ne kadar bize gülseler de.
Plastik kullanmaya mecburduk bir yerde. O zaman da geri dönüşüm için ayırdık evimizde onları. Yine güldüler bize. Dalga geçtiler bizimle "Ne bu böyle, çöp ev gibi…" dediler.
"Hayvanlar üzerinde deney yapan firmaların ürünlerini tercih etmeyin, bakın pek çok şeyin bitkisel olanı var." dedik bu sefer de adımız otçu çöpçü oldu.
"Alışveriş merkezi var yeterince, soluklanacak ağaç altı kalmayacak bu gidişle. Durun artık!" dedik ve bu sefer de dövdüler bizi.
Yıldık mı? Asla… Çünkü oyun nasıl başlıyordu? "Direndiler… Direndiler…" Birileri direnmeliydi yoksa koskocaman dünyamız kimseye yetmeyecekti.
Direnmek her zaman sokaklara dökülmek değildi ki… Bıkmadan anlatmaktı iyiyi, güzeli… Yılmadan hep bilimin peşinden gitmekti direnmek… Korkmadan söylemekti gerçekleri…
Öğle paydosu için iş yerine evden yemek götürebilmekti bazen direnmek…
Senin çamaşırların güzel koksun diye balıkların evi kirleniyordu mesela o zaman da yumuşatıcı kullanmayı bırakmaktı direnmek…
Çocuklara, büyüklere her kim varsa etrafında dünyayı şefkatle yanağından öpebileceğimizi anlatabilmekti direnmek.
Dünyayı yanağından öpüyoruz dediğimizde gülenler şimdi çocuklarını bile öpemiyor.
Ve onlardan sebep bize iyiyi, güzeli öğreten kimi sevdiklerimiz de tehdit altında kalıyor.
Şüphesiz ki öfkeliyim. Ama… Umutsuz değilim. Gün gelecek, devran dönecek diye çok haykırdık. Dönecek…
Yurtların şartları iyileştirilsin diye eylem yapan öğrencileri polis kovalarken öğrencilere gülenleri kovalıyor şimdi polis. :) Güldüm doğrusu, tutamadım kendimi.
Çevre eylemlerini yapanlara, bilim insanlarına küfredenler şimdi onların sözlerini dinlemediklerine bin pişman.
Bazıları da var ki akıllanmamak da direniyor. Başlarına gelene de doğal seleksiyon ya da kader deyip geçeceğiz artık. Ne yapalım… Onlardan sebep bizlere de bir şey olursa… Bizden geriye umut kalacak, inanç kalacak…
Tadına vara vara yaşadığımız bu güzel dünyada hoş bir sedamız illa ki kalacak canım öğretmenim.
Bana dünyayı yanağından şefkatle öpmeyi öğrettiniz, ben de sizin ellerinizden öpüyorum saygıyla.
Seher Yumurtacı
Türkçe Öğretmeni