Hayatta karşımıza çıkan sorunları hepimiz görüyoruz.
Kimimiz yüksek sesle dile getiriyor, kimimiz içinden geçiriyor, kimimiz de “Zaten herkes biliyor” diyerek geçiştiriyor.
Oysa bilmek, görmek, anlamak… Bunların hepsi sadece ilk adım. Mesele, o ilk adımın ardından ne yaptığımızla ilgili.
Evet, hayat zaten değişir. Zaman kimseyi olduğu yerde bırakmaz.
Fakat kendiliğinden gelen değişim, çoğu zaman ağır aksak ilerleyen, zamana yayılan, çoğu insanın ömrüne sığmayan bir dönüşümdür.
Bu yüzden “Hayat nasılsa değişir” demek, çoğu zaman bir kaçış cümlesidir.
Asıl mesele, o değişimi hızlandırma iradesini gösterip göstermediğimizde.
Sorunları konuşmak kolaydır; zor olan onların üstüne gitmektir.
Hepimiz haksızlıkları, çarpıklıkları, adaletsizlikleri görüyoruz ama bunun bir sorumluluğu var.
Eğer bir şeyi fark ettiysek, artık ondan sorumlu oluruz. İnsanın vicdanı, gördüğü yanlışı değiştirmeye çağırır.
İşte o çağrıya kulak vermek, ilerici bir duruştur.
İlericilik, bir slogan değil; bir harekete geçme alışkanlığıdır.
“Böyle gelmiş ama böyle gitmesin” deme cesaretidir.
Daha adil olan bir ihtimali savunmanın, çoğu zaman bedel isteyen bir yol olduğunu bilerek yine de o yola düşmektir.
Sorgulamak da bu yüzden değerlidir. Sorgulamak, insanı rahatsız eder; rahatını bozar. Ama aynı zamanda bir kapı aralar.
Daha iyisi mümkün mü? Soru budur. Cevabı ise ancak çabayla verilir.
Çünkü hayatı değiştiren şey, zaman değil; insandır. Zaman sadece fonu oluşturur. Asıl resmi, harekete geçmeye karar verenler çizer.
Değişim talebi mevcuda razı olmamakla başlar. Yerine ne konacağını bilmekle sürer ve değiştirme konusundaki ciddi ve sürekli çabayla da gerçekleşir.
Kısacası; mevcudun sorunlarını bilmek, dillendirmek ve anlamak yetmez.
Değiştirmek için adım atmayanın bilgisi, işe yaramaz.
İlerici olmak, o bilgiyi eyleme dönüştürebilmektir.
Belki de bugünün en büyük ihtiyacı tam olarak budur.