Mutfakta bir şeylerle uğraşırken gözüm üzerimdeki sweatshirte takıldı.
Önü leke olmuş.
Nasıl oldu diye düşünürken çıkarıp leke sökücü döktüm üstüne. Bir taraftan çitilerken, bir taraftan da kafamın içindeki sohbetlere eşlik ediyorum.
İçeride tv açık. Bütün hafta dinlediğimiz ve kalbi sıkıştıran haberleri anlatıyor birileri.
Acıya kayıtsızlaştığımı hatta katılaştığımı düşünüyorum o an. Nasıl katılaşmayayım ki, her gün en az bir tane acıtan haber görüyorum ne zamandır.
Acıyan yerlerim önce delik deşik oldu, sonra da nasırlaştı. Artık ağlamak bile zorlaştı. Sahi nasıl sağaltılacak bu kadar duygu yükü, ağlamayı da başaramazsak?
Ellerim yanmaya başlayınca kendime geldim. Kafamdaki sesler bir anlığına sustu.
Bedenimde acıyı duyumsadığımı fark ettim. Sanırım uzun bir süredir çitiliyordum lekeyi. Deterjandan kıpkırmızı olmuş ellerim.
Bir an gözümdeki yaşları fark ettim. Elimin acısından mı, kafamdan geçenlerden mi bilmiyorum. Ağlıyordum. Ağladığımı fark etmeden.
Öylece bıraktım her şeyi. Oturdum devam ettim ağlamaya.
Yaşananlara, çaresizliğimize, tesadüfen hayatta kalışımıza, adaletsizliğe, yapanın yanına kalanlara, yeni günü göremeyenlere, yalnızlığımıza, gittikçe büyüyen nefret ve öfkemize..
Herkesin acıyla baş etme yolu farklı.
Kimi bağırıp çağırıyor, kimi sosyal medyadan paylaşıyor, kimi suçluyu arıyor dövmek için, kimi ümitsizce boş veriyor, kimi de benim gibi hiç ilgisi olmayan bir şey yaparken bir anda bırakıyor kendini.
Hepimiz benzer duyguları, benzer kaygıları duyuyoruz aynı olaylar karşısında. Birbirimize saldırmanın ya da tenkit etmenin bir anlamı var mı?
Harekete geçmeyi başarabilenler konuşsun. Başaramayanlar, başka başaramayanları arayıp, bulup, yargılamasın. Çünkü hiçbiri hiçbir işe yaramıyor.
Elimizden gelen bir şey varsa yapmak lazım. Yoksa kendi acınla kendin uğraş, yorma başka kimseyi.
Sweatshirt hala makinada. Benim hiçbir şey yapasım yok. Her şey olduğu gibi, olduğu yerde kalsın. Ben yastayım. Yasımı yaşamadan devam etme gücünü kendimde bulamıyorum.