Siyasal İslamcılar, Devrimci Cumhuriyetimize sürekli sövüp saydılar. Kendileri iktidara gelince kendi zihniyetlerinin manevi değerleri doğrultusunda bambaşka bir sistem kuracaklarını vadediyorlardı. Onlar kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin sesi olacaklardı. Tüyü bitmemiş yetimlerin haklarını koruyacaklardı. Haktan, hukuktan ve adaletten sapmayacaklardı.
Türk halkı kendilerine bu şansı tanıdı. 2002 yılından beri Türkiye’yi yönetmeye çalışıyorlar. İktidara gelir gelmez Devrimci Cumhuriyetin ekonomik değerlerini peşkeş çekmeye başladılar. Yüzyılın birikimini babalar gibi sattılar. Bu kadar zulüm, bu kadar yolsuzluk, bu kadar haksızlık ve hukuksuzluk hiçbir dönemde yaşanmadı. Mücahitler müteahhit oldu. Harun gibi geldiler Karun gibi zenginleştiler.
Siyasal İslamcı zihniyetin çağdaş ekonomi ve dünya finans sistemi hakkında hiçbir birikimi yoktu. Faiz sebep, enflasyon sonuçtur diye tutturup akla ziyan uygulamalara girişerek para piyasasını allak bullak ettiler. Böyle saçma sapan kararları alarak geleceğimizi karartırken dini gerekçeler bulmayı ihmal etmediler.
Maden sahaları açmak için yüzbinlerce ağacı kesiyorlar. Ekolojik dengeyi bozdular. Su kaynaklarımızı kirlettiler ya da yok ettiler. Bu iktidar döneminde 55000 den fazla yurttaşımız hırs ve ihmaller yüzünden can verdi. En verimli arazilerimiz inşaat alanlarına dönüştürüldü. Para hırsından kendilerini kurtaramadılar.
Şimdi ülkemizin geldiği duruma kısaca bir göz atalım. Ekonomi duvara tosladı. Sanayi durma noktasında. Tarım bitti, hayvancılık can çekişiyor, hayat pahalılığı özellikle sabit gelirlileri inim inim inletiyor. Siyasal iktidar, gelişmiş ülkelerden ve petrol zengini Araplardan yüksek faizli borç bulabilmek için kapı kapı dolaşıyor.
Peki, güvenlik ne durumda? Kadın cinayetleri katliama dönüştü. Milletin canı burnunda. En küçük bir anlaşmazlık taşlı sopalı silahlı kavgaya dönüşüyor. Gençlerimiz uyuşturucu baronlarının tuzağına düşüyorlar. Eğitimimiz, tarikatların ve cemaatlerin saldırısı altında. İktidar dindar ve kindar nesiller yetiştireceğiz takıntısıyla Cumhuriyetimizin taşıyıcı kolonlarını kesmeye devam ediyor. Anayasayı tanımıyorlar, yargının bağımsızlığını yok ettiler.
Şimdi de şu on gün içinde olup bitenlere bakalım: Kartalkaya’daki bir otel yangınında 78 canımızı yitirdik. Bu otelin denetiminden sorumlu bakan, insanlarımızın cesetleri bile henüz çıkarılmamışken sorumluluğu muhalefetteki bir partinin belediyesine yüklemeye çalıştı.
Belediyenin sorumluluğu olmadığı anlaşılınca bu kez diğer bakanları suçlamaya başladı ama istifa etmeyi asla düşünmedi. İktidar, gündemi değiştirmek için bu kez haber yapan gazetecileri gözaltına almaya başladı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” diye bağıran teğmenleri ve onların komutanlarını ordudan attılar.
Peki, iktidar neden böyle yapıyor? Neden baskı ve zulüm uyguluyor? İnsanları neden susturmaya çalışıyor? Beslediği trollerle neden itibar suikastlarına girişiyor? İktidarın ve küçük ortağının dili neden bu kadar kirli ve zehirli?
Tüm bu kışkırtmaların ve gündem değiştirme çabalarının nedeni belli. İktidar tükendi. Artık ülkemizi yönetemiyor. Halkımıza anlatacak bir hikayesi kalmadı. Yolun sonuna yaklaştığını gören iktidar, hesap vermekten, yargılanmaktan korkuyor.
Evet, iktidar korkuyor. Bilimden, sanattan, bilgiden, düşünen ve sorgulayan insanlardan korkuyor. Açlığa mahkum ettiği emeklilerden, hapiste çürüttüğü aydınlardan, adalet ve barış isteyenlerden korkuyor. Barış, sevgi, hoşgörü, adalet, alçakgönüllülük, sadelik bunlara göre değil. Mazlumun ahını almaktan çekinmiyorlar.
Bana öyle geliyor ki halkımız korkunun zincirlerini kırmaya başladı. Halkın gücü zalimlerin oyununu bozar.