Olağan hayatlarımızı sürerken her gün bir yerlerde aklı ve vicdanı olanların idrak etmekte zorlandığı olaylar yaşanıyor.
Gördüğüm bir haber uykularımı kaçırıyor, beni dehşete düşürüyor. Henüz bu haberin etkisini üzerimden atamadan bir sonraki gün okuduğum başka bir haber beni gözyaşlarına boğuyor. Bir başka haberde duyduklarım ise sarf edilen sözlerin muhatabı doğrudan ben olmama rağmen benimle dalga geçilmiş hissiyatı uyandırarak beni son derece öfkelendiriyor.
Hayatımızın dışında meydana gelen tüm bu olayların duygu dünyamızda yarattığı karmaşa ile olağan yaşamlarımızı sürdürüyoruz(!) biz. Tüm bunlar gerçekten bizim hayatımızın dışında mı? Aynı ülkede, aynı kentte yaşadığımız insanların başlarına gelen birtakım olayları "hayatımızın dışında" varsaymak ne kadar makul? Kendi çekirdek çevremizde "olağan" yaşamlarımızı sürdürmek mi çare?
Olumsuzluklar çemberinin giderek daraldığını hissetmiyor musunuz? Bir vakitler "O kadarı da olmaz canım." diye kendimizi ya da çevremizi teselli ettiğimiz pek çok şeyin birer birer gerçekleştiğini fark ediyoruz. Bu farkındalığa rağmen kötüye kötü, haksıza haksız demekten çekinip düşüncelerimizi alçak sesle ve en yakınlarımızla paylaşıyoruz. Öyle mi?
Bir çocuğun düşlediği dünyayı, ülkeyi anlatırken bir an duraksayıp "Yani tabii şu anda olanlar da iyi, ben hiç kimseye iyi değil demek istemedim öğretmenim. Ben hayalimi anlatıyorum, hayalimdeki ülkeyi anlatıyorum." şeklinde bir açıklamaya ihtiyaç duyması yüreğimi acıtıyor.
Çocukların düşlerine kadar inen bu korkuda payımız yok mu? Yok mu? Yutkundunuz, bir şey diyecektiniz sanırım ama bundan vazgeçtiniz. Peki, anlıyorum(!) sizi. Sizin de susmak için haklı gerekçeleriniz vardır.