Hakkımızı aramıyor, soru sormuyoruz.
Kendi çıkarlarımızı korumak konusunda yeteri kadar cesur değiliz.
Sorunlarımızın çözümünde, işin kolayına kaçıp “ricacı” olmayı tercih ediyoruz.
Bazen, ciğeri beş para etmez adamlara minnet ediyoruz.
*
Evet, bir yanımız böyle ama bir yanımız daha var.
Çok fazla şikayet ediyoruz.
Şikayet etmek, vazgeçilmez alışkanlıklarımızdan oldu.
Hiç durmadan, usanmadan şikayet ediyoruz.
Hiçbir sorumluluğumuz yokmuş gibi sözde duyarlı olmak adına yapıyoruz bunu.
*
Şikayet ettiklerimiz arasında düzeltilebilir olanla ütopya olanı tasnif edemiyoruz.
Güzel olanla, çirkin olanı ayırt etmeden şikâyet ediyoruz
Samimiyet sorunumuz şikayetlerimizde de var.
*
İşimizden, işimizdeki patrondan,
Bağlı bulunduğumuz meslek kuruluşunun yaptıkları ya da yapmadıklarından,
Siyasi iktidardan ve de ona karşı gerekeni yapmadığı için muhalefet partilerinden,
Askerden, polisten, yargıdan,
Medyadan, sinemadan, ekmeğimizi kazandığımız şehirden ve kasabadan,
Hastaneden, hapishaneden velhasıl yaşam içinde olan her şeyden şikayet ediyoruz.
Yarış haline getirdik ve sürdürüyoruz.
*
Yarışın içinden kendini dışarı atarak durumun farkına varma şansı bulanlar da var.
Sayıları çok değil ama var.
Şikayetlerini bir temele oturtmuşlar.
Hoşnut olmadıkları konuları dillendirmekle kalmıyor, şikayetlerinin azalması için çaba sarf ediyorlar.
Sapla samanı ayırmışlar.
Önemli ile önemsizi, acil olanla olmayanı ve de en önemlisi, olur ile olmazı kavrayabiliyorlar.
Ayakları yere basıyor.
Kişisel olanla toplumsal olanın, yerel olanla ulusalın, ulusal olanla küresel olanın farkındalar.
Hiç şüphe yok ki samimiler.
Şikayet ederken sorunsuz bir toplumda yaşadığımız izlenimi vermiyorlar.
Korkarken korkusuz, endişeliyken endişesiz, açken tok görünmeye çalışmıyorlar.
Sıradan şikayetçilerden ayırıyorlar kendilerini.
Her şikayeti haklı görüp eşlik etmiyorlar onlara.
İkiyüzlü değiller.
Şikâyetlerinin, düzelttikleri ölçüsünde azalacağını biliyorlar.
Tercihlerini yapmışlar ve değiştirerek yaşamaktan yanalar.
Onlar, saygıyı hak ediyorlar.