Önceden mektup yazardık, günlük tutardık, hatıra defterimiz olurdu. Bu alışkanlıklarımızdan vazgeçeli epey oldu. Şimdiki gençlere böyle etkinlikler son derece anlamsız görünüyor. Onlara göre, bir şey deneyimlediysen kaydet, kaydettiğini yükle ve yüklediğini paylaş.
On beş yirmi yıl önce ülkemizi gezmeye gelen Japon turistler yanlarından hiç ayırmadıkları fotoğraf makineleriyle etraftaki her şeyin fotoğrafını çektikleri için yurdumuzda ve dünyada ilgi odağı olmuşlardı. Şimdi herkes onlar gibi davranıyor. Yakın ve uzak çevremizi gezerken dikkatimizi çeken bir objeyi, durumu ya da olayı akıllı telefonlarımızla çekip Facebook’a ya da İnstagram’a yüklüyoruz ve ne kadar beğeni aldığımızı kontrol ediyoruz.
İnsanlar; mahremiyetlerinden, bireyselliklerinden, özerkliklerinden vazgeçmek pahasına da olsa veri akışının bir parçası olmak istiyorlar. En değerli varlıklarını yani kişisel verilerini elektronik posta hizmetleri karşılığında teslim ediyorlar. Bu durum, topraklarını üç beş renkli boncuk ve ıvır zıvır karşılığında Avrupalı emperyalistlere satan Afrika yerlilerinin durumunu hatırlatıyor.
Birey olarak devasa bir sistemin içinde minicik bir çipe dönüştük. Bu sistem içindeki yerimizi ve paylaştığımız verilerin milyarlarca insana nasıl bağlandığını bilmiyoruz. Bu ilişkiyi çözecek donanımımız ve zamanımız yok. Verileri kaydetmekle, elektronik postaları yanıtlamakla meşgulüz.
Dur durak bilmeyen veri akışı daha önce hiç düşünmediğimiz ve denetleyemediğimiz sorunları beraberinde getiriyor. Google, Facebook, Microsoft gibi küresel bilişim sistemleri her şeyi bilen ve yönlendiren bir güç haline geliyor. İnsanlar bu veri akışının bir parçası olmakla yetinmiyorlar, sistemle kaynaşmak istiyorlar. Çoğumuz bu durumdan hoşnuduz. Veri akışıyla bağlantılarımızın kopmasına katlanamıyoruz.
Verileri toplama ve yayma yarışını şimdilik Google, Facebook, X, WhatsApp gibi veri devleri yönlendiriyor. Bu veri devleri bize bedava bilgi, hizmet ve eğlence sunarak ilgimizi çekiyorlar. Sonra bu ilgiyi reklamcılara satıyorlar.
Bu veri devlerinin reklam satmaktan çok daha büyük hedefleri var. Hakkımızda aşırı miktarda veri toplamak istiyorlar ve bunu başarıyorlar. Bu iş reklam toplama hasılatından daha değerli. Biz onların müşterisi değil ürünüyüz.
Pek yakında reklamcılar devre dışı kalacak; çünkü yeni iş modeli otoriteyi insanlardan alıp algoritmalara devredecek. Google kendisine her şeyi sorabileceğimiz ve en iyi yanıtları alabileceğimiz bir aşamaya gelmek istiyor.
Bir otomobil satın almak istediğinizi varsayalım. Google’a şöyle bir soru yöneltiyorsunuz: “Merhaba Google! Benimle ilgili bildiklerinize dayanarak benim için en iyi otomobilin hangisi olduğunu söyler misin?” Google bu konuda bize iyi bir yanıt verirse, bizi yönlendirebilirse, kendisine güvenmeyi sağlayabilirse otomobil reklamlarının ne anlamı kalır?
Durum giderek karmaşıklaşacak. İnsanlar bu devasa sistemin dışına çıkamayacaklar. Çıkmaya kalkanlar işlerinden olabilirler, sağlık hizmetlerinden mahrum kalabilirler. Bu tür riskler önlenebilir mi bilmiyorum. Belki de veri mülkiyeti hakkında bir düzenleme yapılabilir. Bekleyip göreceğiz.