Sorumluluk, hukuki olmaktan önce vicdani bir olgudur. Geçerli yasalar karşısında sorumlu olmadığımız pek çok şeyden sorumlu olduğumuzu hiç unutmamak gerekir.
Uygar bir toplumda yaşayan insanlar çevresinde olan bitene karşı asla sorumsuz değildir. Bu sorumluluğu bizlere bin yılların birikimi yüklemektedir.
Bu sorumluluğa ek olarak bir de kamusal görev yüklenenlerin yasal sorumlulukları vardır ki sonuçları açısından ağır yaptırımlarla da karşılaşırız.
Şu anda ülkemizin en yüce makamında oturan kişinin “sorumsuz” olduğu söylenmektedir ki, bu sorumsuzluk, ortaçağın feodal sorumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle bu tür yöneticilere Fransız siyaset bilimci Prof. Duverger “seçilmiş kral” adını takmaktadır. O, astığı astık, kestiği kestik bir ortaçağ imparatorudur. Bu nedenle henüz başbakan iken 23 Nisan 2010 tarihinde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında, geçici olarak makamını bıraktığı ilkokul öğrencisine, büyük bir rahatlık ve alışkanlıkla “artık yetki sende, ister asar, ister kesersin” diyebilmiştir.
Bunları söyleyen zat, şimdi daha da “sorumsuz” bir şekilde, “başkanlık” hevesleri ile çok daha sorumsuz bir sorumlu olmak istemektedir.
Mevcut yasaların kuşandırdığı bu “sorumsuzluk” zırhı bu “yüce” makamlardakileri sorumlu olmaktan, hele vicdani sorumluluktan kurtarabilecek midir?
Soruna sadece komşumuz Suriye’de olan bitenler ve “sorumsuz” sorumluların sorumlulukları açısından baktığımızda bile karanlık bir tablo çıkıyor.
Suriye yaklaşık 900 kilometrelik sınırımızla ufak tefek sorunlar dışta tutulursa dostluk ilişkilerimizi sürdürdüğümüz ve Arap dünyasının en modern ülkelerinden biri idi. Bizim “sorumsuz” sorumluların önüne Suriye politikalarını koyanlar, ailece tatil yaptıkları dönemde bile gelecek yılların tuzaklarını hazırlıyorlardı. 10 yıl önce, Suriye sınırımızdaki mayınlı arazilerin temizlenerek 49 yıllığına İsrail devletinin sorumluluğuna vermenin çok yakın bir gelecekte nelere yol açacağı konusunda uyarılar vardı. Ancak bugün olanları o günlerde birileri söyleyecek olsa en hafifinden “paranoyak” olmakla suçlanırdı.
Esad ile aile saadetinin üzerinden çok az zaman geçti ki, Suriye sınırı delik deşik edildi. Komşuya topraklarımızdan dünyanın her yerinden getirilmiş silahlı militanlar sızdırıldı. Topraklarımızda sığınmacı kampları kuruldu. Van depreminde evsiz kalan yurttaşlar çadır yangınlarında kavrulurken Suriye’den gelecek olası sığınmacılar için 100 bin kişilik klimalı konteynır kamplar kuruldu. Oysa o sırada sığınmacı sayısı 40-50 bin idi. Şimdilerde sığınmacı sayısı 3 milyon olarak ifade ediliyor. Sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın sorunu haline geldi. Suriye’de ölenlerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte 300 binin üzerinde olduğu söyleniyor.
Türkiye’nin on yıllardır en hassas olduğu konulardan birisi, bölgede bir Kürt devletinin kurulması. Bu konu siyasi literatürümüze “kırmızı çizgi” olarak geçiyor. Irak’ın kuzeyinde ABD eliyle kurdurulan Kürt Özerk Bölgesine verdiğimiz her türlü destek yetmez gibi şimdi bu bölgeyi Suriye’nin Kuzeyinden Akdeniz’e bağlayacak koridorda yeni bir Kürt bölgesini kurmak için her türlü uluslararası manevra yapılıyor. Koridorun tamamlanması için sadece 98 kilometrelik bir bölüm kaldı..
Kadim Ayn-el Arap’ın adını “Kobani” yapmak için silahlı peşmergeleri topraklarımızdan geçirdik. Bu geçiş sırasında PKK militanları ve bazı “solcularımız” “biji Obama” sloganları attı. Kobani ele geçirildikten sonra Telabyad buna eklendi ve El Cezire ile Ayn-el Arap kantonları birleştirildi. Bu arada PKK’nın Suriye kolunun başı Salih Müslim ülkemizde devlet protokolü ile karşılandı. Kısa sürede Güney sınırımızın 500 kilometreyi aşkın kısmı PKK’nın eline geçti.
Şimdi Suriye’deki savaş Cerablus-Azez hattına sıkıştı. Bu yüzden Rusya ile ilişkilerimiz neredeyse savaş noktasına geldi. Ekonomimiz ağır darbe aldı. Turizm çöktü. Sebze ihracatımız yerlerde süründü.
ABD desteği ile Suriye’nin Kuzeyinde, Kuzey Irak’taki Kürt Özerk Bölgesini Akdeniz’e bağlayan bir Kürt bölgesi daha kurulmak üzere. Bu gerçekleştiği takdirde, yüz yıllık “kırmızı çizgimiz” de silinmiş olacak. Ya da ABD ile fiilen savaşmaya başladığımız bir çatışmanın içine gireceğiz.
Bütün bunlardan sonra bizi yönetme iddiasındakiler de “sorumsuz” olacak. Biz de buna boyun eğeceğiz…
Yemezler… Kimse o kadar da sorumsuz olamaz…