Okul arkadaşım ve meslektaşım olan Selahattin Doran ile Yenişehir gazetesinde bir araya gelerek, ağabeyi Ahmet Doran’ın dediği gibi bu meslekle ilgili diğer ayrıntıları Selahattin Doran’dan dinledim:
“ Ağabeyim Semerci Hafız’ın yanında yetişip, Mekirköylü Süleyman’ın (Mekir) Hanında kendi adına iş- yerini açarak burada semercilik yapıyordu. Ben de bu mesleği ağabeyimin yanında öğrendim. O yıllardaki semerci ustaları, bu günkü karoser ustalarının biriydi. Çünkü o yıllarda her şey insan ve hayvan gücüyle yapıldığı için, koşum hayvanlarının da hane halkı tarafından ne kadar önemli bir varlık olduğunu, ancak o yılları yaşamış olanlar daha iyi anlar. En basitinden bir köyü ele alalım. 80 hanelik bir köyde en az 80 tane de semer var demekti. Semerleri eşek ve beygirlere yapardık. Bazı yörelerde katır ve develere de semer yapıldığını duyardık. Bu hayvanlardan bizim bölgemizde olmadığı için, ne katır ne de deve semeri hiç yapmadık.
İki türlü semer imal ederdik. Bunlara çatal semer ve boyunlu semer denirdi. Semer ölçüsünde metre kullanılmaz, karış ve parmak ile ölçü alınırdı. Yani semeri yapılacak hayvanın ön kolundan, arka kalça mesafesi karış ile ölçülürdü. Bu mesafe eşekler için iki karış dört parmak olurdu. At ve beygir semerleri sallı olduğu için ölçüsü de üç karış bir iki parmak gelirdi.
Semercinin dükkânında malzeme olarak, hasır yapımında da kullanılan saz (papur), kanaviçe, eğri ağaç şimşir, meşe, dut ve gürgen ağaçlarından olurdu. Demir kocacık, keçe, sicim, bal mumu, keçi derisi (sahtiyan), renkli yün yumakları ve boncuk kullanılırdı. Aletlerden; çuvaldız, el demiri, bir metrelik aşa demiri, semerci makası, bağ bıçkısı, el matkabı bulunurdu.
Ölçüsü alınan semerin önce kanaviçe tarzındaki çulu kesilerek içi papur dediğimiz sazla doldurulup, bal mumu sürülmüş sicim ile dikilirdi. Semerin üst bölümü olan oturulacak yerde yine papur ile doldurulup, üzeri de kanaviçe ile kaplanarak sicimle dikildikten sonra keçi derisi olan sahtiyan ile kaplanırdı. Bu deri ekseri siyah olup, krem ve kiremit renginde de olurdu. Önceden hazırlanmış eğri ağaçları da takılarak, arka tarafına demir kocacık konurdu. Semerin alt bölümüne keçesi döşendikten sonra, arka tarafına ise renkli yünlerden süsler yapılarak boncukta takılırdı. Semerin ön tarafına süsleme yapılmazdı. Bu şekilde semerde satılacak tarzda hazırlanmış olurdu.
Günde 3-4 semer yapardık. Eşek semerleri 15-20 lira iken, at ve beygir semerleri biraz daha pahalı olurdu. O zamanlar cumartesi ve pazar günleri köylere hak (buğday-arpa) karşılığı giden, berber, düvenci, kalaycı esnafı olduğu gibi, biz de köylere gider 10-15 gün oralarda kalır sırasıyla dolaşır, eski semerleri onarırdık. İsteyenlere yeni semer de satardık. Bu şekilde bütün dağ köylerimizi dolaşırdık. Ova köylerine gitmezdik. Bu işten çokta para kazanırdık. Fakat gelişen teknoloji bizim gibi küçük esnafı yok edip bitirince, bende 1968 de Halk Bankasına girdim. Sen de biliyorsun, tatillerde olsun, cumartesi, pazar günleri hep ağabeyime yardıma gider, geceleri dahi geç vakitlere kadar çalışır semer yapardık. Ama Allah razı olsun o da beni madden olsun, manen olsun çok desteklemişti. Şimdi ise bu meslekten elimizde sadece resimler ile maket olan semerler hatıra kaldı.
En iyi semer, semerin bulunduğu bölgede hayvanın vücudunda yara oluşturmayan semerdir,” diyordu.
Halen hayatta olan Ahmet Doran ve Selahattin Doran’a sağlıklı ömürler dilerken; 6 Haziran 2015 Cumartesi Günü saat 15.15 te Ahmet Doran’ı, küçük oğlu Kuyumcu olan Saim Doran ile birlikte ziyarete gittik. Yanımızda site komşuları olan Emekli Matematik Öğretmeni Mustafa Çalışkan da vardı. Ahmet Ağabeyi ziyaret etmekten çok keyif aldık. 01.01.2006 tarihinde kendisinden emanet aldığım resimleri eline verdiğimde, her ikisine de şöyle bir bakıp “Hay Allah be Turgut” diyerek çok mutlu olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Ayrıca bana 9 yıl önce anlattıklarını özet olarak kendisine iletirken, başıyla da onaylıyordu. Bu yazdıklarımı Yenişehir gazetesinde yayınlayacağımı, gazeteden bir adet de kendisine yollayacağımı söylerken, çokta mutlu oldu. Veda zamanı geldiğinde yanından ayrılırken, bizleri ziyadesiyle ağırlayan evlatlarına başta Saim Doran olmak üzere ayrı, ayrı teşekkür ediyor, babalarına olan bu candan düşkünlüklerini ilgi ve ihtimamlarını yürekten alkışlıyorum. Böylesi hayırlı evlatlara da Yüce Tanrıdan da her türlü güzellikler diliyorum.
Yazımı sevgili dostum Salih EROL’dan dinlediğim bir Mehmet Akif şiiri ile noktalamak istiyorum.
Ne Eser Ne de Semer
“Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: Eseri;
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihâyet: Semeri. ”
*
Atalar böyle buyurmuş diye, binlerce alın,
Ne tehâlükle döker, döktüğü bîçâre teri!
Şu bekâ hırsına akl erdiremem, bir türlü,
Sorsalar, bence, temâyüllerin en derbederi:
Hadi, toprakta silinmez bir izin var, ne çıkar,
Bağlı oldukça telâkkîye hakîkî değeri
Dün, beyinlerde kıyâmet koparan “hikmet”i al,
Bugünün zevkine sor. Beş para etmez ciğeri!
Gündüzün, başların üstünde gezen “şâheser”in,
Gece, şâyed, arasan, mezbeledir belki yeri!
İsteyen almaya baksın boyunun ölçüsünü,
Geri dur sen ki, peşîmân atılanlar ileri.
Bilirim: “Hep de semermiş!” diyecek istikbal,
Tekmelerken şu kabarmış sıra kümbeltileri.
O ne çokbilmiş adamdır ki: Gider sessizce,
Ne esermiş, ne semer, kimsenin olmaz haberi!