Türkiye sorunları çok bir ülke. Başta hayat pahalılığı ve adaletsizlik olmak üzere; liyakatsizlik, akraba- eş dost kayırmacılığı, vahşete dönüşen kadın cinayetleri, yolsuzluklar, hırsızlıklar, çocuk istismarcılığı, düşünen insanlara yönelik baskı ve zulümler halkımızı bunalttı.
Türk halkı umudunu yitirdi. Geleceğe güvenle bakamıyor. Olaylar, sorunlar, bunalımlar önünde sürükleniyor. Devrimci Cumhuriyetimize yön veren düşünce ve kurumlar dinci zihniyetin akıl dışı saldırıları karşısında zayıfladı ve çürümeye başladı. Türkiye’yi asıl kaygılandırması gereken bu dağılma ve yozlaşmadır.
Türkiye, devrimci cumhuriyetimizin ilk on beş yirmi yıllık döneminde nereye yönelmek ve varmak istediğini bilen bir ülkeydi. Şimdiki Türkiye ise nereye yönelmesi ve varması gerektiği konusunda tereddütlü, kuşkulu ve kaygılı. Hedefi yok. Halkımızın ve özellikle gençliğimizin gücü ziyan edildi. Umutlar boşa çıktı, dayanışma yok oldu, tutunulan dallar kırıldı, gösteriş, şatafat, riyakarlık ve yalakalık şeytani boyutlara ulaştı.
Onuncu Yıl Marşı’nın bunca yıldan sonra büyük bir coşkuyla yeniden söylenmesi halkımızın umut ve özgüven susamışlığından kaynaklanıyor. Bu gereksinimi karşılamak için söylenen cılız sözler inandırıcı ve etkili olamadı. Dini değerleri toplum yaşamının tüm alanlarına egemen kılmayı amaçlayan anti-laik uygulamalar, devrimci cumhuriyetin taşıyıcı ilkelerini kemirmeye başladı. Bu durum yarattığı etkiler ve tepkilerle “Laik-dinci” kutuplaşmasını başlattı.
Kendilerini muhafazakâr liberal şeklinde tarif eden sağcı iktidarlar, kamuya hizmet anlayışını aşındırarak kamu yönetimini yozlaştırdı. Para temel değer sayıldı ve nasıl olursa olsun para kazanmak ekonomik ölçüt olarak benimsendi.
Devleti yönetenler, vatandaşlara yönelik hizmetleri ticari hizmet olarak gördüler ve vatandaşa müşteri gözüyle bakmaya başladılar. Kamu hizmetleri kazanç konusu durumuna getirildi. Bu kadarıyla da yetinmediler, Parasız olması gereken devlet hizmetlerini özel şirketlere devretmeye başladılar. Devleti kamu yararını kollamakla görevli kurum olmaktan çıkardılar. Özellikle sağlık ve eğitim alanlarında “Paran kadar tedavi gör!”, “Paran kadar oku!” yaklaşımı yaygınlaşmaya başladı.
Özelleştirme çabaları, sahte şeffaflık görüntüleri ve mafya ilişkilerine kadar uzanan ihale yöntemleriyle tam bir fiyaskodur. Yapılan özelleştirmeler sonucunda işsizlik azalmamış çoğalmış, verimlilik artmamış düşmüştür.
Özgür düşüncenin merkezi olması gereken üniversiteler ve tarafsız olması gereken medya dünyası siyasal iktidarın baskılarına karşı koyamadı. Medyanın çok önemli bir bölümü siyasal iktidarın propaganda aracına dönüştü.
Kamu yönetiminden nitelikli insanlar uzaklaştırıldı. Onların yerleri; liyakatsiz, donanımsız, yeteneksiz ama itaatkâr yandaşlarla dolduruldu. Bu durum ekonomiden sosyal yaşama, bilimden sanata kadar çeşitli kesimleri toplumdan ve ülkeden uzaklaştırdı. Niteliksizlik, “Yükselen değer” oldu.
Sorun sadece niteliksizlik sorunu olarak kalmadı. Sinsi bir karşı- devrim projesine dönüşerek devrimci cumhuriyeti tehdit eden boyutlara ulaştı.
Devrimci cumhuriyetimizin ayakta kalabilmesi için ülke bağımsızlığı, ulus bütünlüğü, laiklik gibi temel kavramların korunması gerekiyor. Demokratik sürecin çerçevesini oluşturan bu kavramları koruma ve kollama görevi gençliğe verilmiştir. Gençler! Nasılsınız iyi misiniz?