Sadrazam Malatyalı Süleyman Paşa İhtiyarlığını öne sürerek 27 Şubat 1656’da bu görevinden istifa etmişti. Yerine yeni bir Sadrazam atanacaktı. Saraydaki her topluluk ise yeni atanacak Sadrazam için kendi mensuplarından birisi olmasını arzu ediyordu. Adları ileri sürülenler arasında Girit’deki kahramanlığı sebebiyle Serdar Deli Hüseyin Paşa’da vardı. Sultan Mehmet’de Hüseyin Paşa isminde karar kılmıştı. Hemen kapıcılar kethüdası vasıtasıyla Girit’e bir hatt-ı hümâyun gönderdi:
“Eğer senin vücudun Girit ceziresinde lâzım değilse karadan (yani Mora’ya geçerek oradan) gelesin; eğer hareketinde din ve devlete terettüp edecek mahzur ihtimali varsa muhafaza hizmetinde olası.” denilerek kendisi gelip gelmemekte serbest bırakılmıştı.
Hüseyin Paşa’nın Girit’den gelmesi beklenmeden görev Zurnazen Mustafa Paşa’ya verildi. Fakat saray içinde bir takım grupların idareyi kendi doğrultularında kullanmaları ve ülkeyi zarara sokmaları ileri gelen birkaç grup tarafından hazmedilemedi.
Zurnazen Paşa’nın Sadrazamlığa getirilmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Ayaklanma yapıldı. Uzun zamandır aylıklarını alamayan yeniçerilerin de kışkırtılması ile Zurnazen Sadrazamlık görevinde sadece dört saat kalabildi. Kışkırtmaların sonunda vuku bulan Çınar olayı veya başka bir deyişle Vak’a-i Vakvakiyenin ardından ayaklanmacıların isteği üzerine sadrazamlık görevine Siyavuş Paşa getirildi.
İstanbul’a gelen Hüseyin Paşa Girit’teki serdarlık görevine geri döndü. 28 Recep 1068 yani 1 Mayıs 1658’e kadar bu görevine devam etti. Bu arada İstanbul’da sadrazam tekrar değişmiş, sarayın yeni sadrazamı (vezir-i azam) Köprülü Mehmet Paşa olmuştu. Köprülü Paşa ile araları açıktı. Çünkü daha önce Padişah Sultan Mehmet kendisine iki kez sadrazamlık teklif etmişti. Oluşabilecek kötü bir durumda kendisine en yakın rakip olarak Hüseyin Paşa’yı görüyordu Köprülü Mehmet Paşa.
Bu doğrultuda da Hüseyin Paşa’nın üstesinden gelebilmek amacıyla; kendisini serdarlıktan azledip bostancı hasekisi İbrahim Ağa vasıtasıyla kendisini padişahın bulunduğu Edirne’ye davet etti. Hüseyin Paşa’dan boşalan serdarlık makamına da İstanbul Kaymakamı Kör Hüseyin Paşa’yı tayin etti.
Hüseyin Paşa’nın Edirne’ye dönmesi üzerine entrika oyunlarına başlayan Köprülü Mehmet Paşa padişahı dolduruşa getirmeye başlamıştı; “Bu kadar senede bu kadar bin akçe ve mühimmat gönderildi. Kendisi para biriktirmekle meşgul olup bir iş görmedi” şeklinde ve daha buna benzer aleyhinde ipe sapa gelmez ve tarihi hakikatlere aykırı birçok yalanlarla genç hükümdarı Hüseyin Paşa aleyhinde tahrik etti.
Fakat Hüseyin Paşa baltacılıktan çıkma olduğu için gerek Dar-üs-saâde ağası Solak Mehmet Ağa (ki Köprülü onu oğulluğu olarak kabul etmişti) ve gerek Reis-ül-küttapŞamîzade ile valide sultanın müdahaleleri ile Hüseyin Paşa ölümden kurtuldu. Hatta bunlar o vakit padişaha ve sadrazama karşı;
“Bu kadar zamandır Girit gibi bir adada hizmeti idare eden namdar bir vezir ne töhmetle katlolunsun? Katli gerekli bir kabahati varsa fetva alınıp öyle hakkından gelinsin.” Diyerek Hüseyin Paşa’yı savundular.
Köprülü her ne kadar ayak direyip Hüseyin Paşa hakkında “Zalimdir, katledilmelidir” dediyse de onu savunanlar bu kez de “Şikâyetçileri yok, böyle hafif sebeplerle öldürülürse halk gareze hamlederler; hakkında söylenen sözler ispat olunmak lazım olup sabit olursa fetva alınmak icap eder” diyerekten Köprülünün sözlerine karşı geldiler.
Fakat Köprülü Mehmet Paşa Hüseyin Paşa’yı ortadan kaldırmaktan vazgeçmiyordu. Fetva almak için şeyhülislamla dâhil görüştü. Fakat netice alamadı. Şeyhülislam kendisine;
“-Böyle namdar bir vezirin idam edilmesinde sakıncalar vardır. Kendisi emrine verilen asker veya halka zülüm yapar ve hakkında şikâyetçiler olursa ancak o zaman fetva çıkarılabilir.” Şeklinde bir tavsiyede bulundu.
Bunun üzerine de 14 Temmuz 1658’de üçüncü kez Kaptan-ı Derya’lık görevine verildi. Burada Köprülü’nün düşüncesi diğer donanma komutanlarından ya da adalardan para almak sevdasına düşerek Hüseyin Paşa’nın hatasını yakalayabilmekti. Sarayda Hüseyin Paşa’ya yakın isimler derhal Paşa’ya bir mektup gönderip durumdan haberdar ettiler.
“-Olmaya ki, derya beylerinden, tersaneden ve adadan bir şey alasın, bin canın olsa birini kurtaramazsın”
Bu durumu öğrenen Hüseyin Paşa’da diğer donanma komutanlarının kendisine eskiden beri adet halini alan köle, saat, çuha, kumaş türünde hediyelerini dahi kabul etmedi. Devam Edecek