Bizim lügatimizde bir atasözümüz var; “Ummadık taş baş yarar” diye.
İlgi alanımızın gereği okuduğumuz ve araştırdığımız Osmanlı Devleti tarihinde de, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de bu atasözünün ispatı olacak birçok kişi ve olay mevcut.
Kaderin cilvesi olarak ortaya çıkan birçok kişi, birçok kişinin hak etmiyor dediği görevlerde üreten ve tarihe adını lekesizce yazdıranlardan olmuştur.
Deli Hüseyin Paşa da işte onlardan birisidir.
Aslen Yenişehirli olan Hüseyin Paşa’nın renkli, renkli olduğu kadar da hüzün dolu ibretlik bir hikâyesi var.
IV. Murat çok kuvvetli bir vücuda sahipti. Güreş yapmayı sever, sabahları iki yüz okkalık gülleri kaldırır, en kuvvetli yayları çeker çok uzaklara cirit atardı. Hatta attığı oklarla kalkanları bile delebiliyordu.
İyi bir tahsil görmesinin yanında spora olan düşkünlüğü de ülke sınırlarını aşmıştı. Boğaları kucaklayarak kaldıran IV. Murad’ın bu güç söylentilerinden İran şahı çok rahatsız olmuş ve aklı sıra da bu gücü denemek istemişti. Günün birinde de elçisinin eline bir yay vererek bunu IV. Murad’a hediye olarak götürmesini buyurdu. Topkapı Sarayına gelen elçi huzura vardığında; armağanı padişaha sunarken, bu yayın çok özel olarak imal edildiğini, kendi ülkeleri olan İran’da pek çok babayiğidin bu yayı rahatlıkla kurup çözebildiğini söyledi. Padişaha hitabende zat-ı şahanelerinin de bu görkemli gösteriyi sergilediklerini görmekten memnuniyet duyacağını bildirdi. Padişah içten bir eyvahlanışla;
-“Şimdi mi?” Diye sordu.
Fakat kısa sürede toparlandı. “Şimdi olmaz! Devlet-i Aliye’nin bir sürü işi var. Hem zatınız da yorgun görünüyor. Şimdi gidip biraz dinlenin, yarın aynı saate burada olun!” Dedi…
Elçinin IV. Murad’ın huzurundan ayrılmasının hemen ardından sarayda bir telaş başladı. Başta o gücü ve kuvvetiyle etrafta nam salan padişah olmak üzere sarayda kimse yayı çözüp kuramadı. Ne kadar yeniçeri varsa hemen hepsi deneme yaptı. Fakat olmuyordu. Kimsenin gücü bu yayı çözüp kurmaya yetmemişti. Bela geliyorum demez hesabına rezalet de gelip çatmıştı. İran şahının bu hediyeyi göndermesindeki maksat belli olmuştu ki IV. Murad ve Osmanlı Devleti ile dalga geçmekti. Baktılar ki olmuyor sonunda da yayı kapıcılar kethüdasının odasına kaldırdılar.
Sarayda odun taşıyıcısı olarak vazifelendirilen henüz onsekiz yaşında yapıca cılız gözüken toy bir delikanlı mevcuttu. Hüseyin ismindeki bu genç odun getirdiği kethüdanın odasında söz konusu bu yayı görmüştü. Hiçbir şeyden haberi olmayan bu genç odada kimsenin olmamasını fırsat bilerek gizlice yayı eline aldı ve çözüp yeniden kurdu. Tekrar kurmak için çözmüştü ki odaya yaklaşan ayak seslerini duyup elindeki yayı yakalanmaktan korkup panik içinde bir köşeye fırlatıverdi.
Kethüda efendi; odaya girdiğinde bir köşede bozulmuş olarak duran yayı görünce şaşırdı. Gece boyunca saraydaki hemen herkesin denediği fakat kimsenin çözmeyi dahi başaramadığı yay çözülmüş bir şekilde karşısında duruyordu. Derhal odaya kimlerin girip çıktığının araştırılması emrini verdi. Odaya giren çıkanlar bulundu fakat kimse o yayı çözdüğüne sahip çıkamıyordu. Kethüdanın dikkatini odada duran odunlar çekti. Ancak Kethüda bu odunları buraya getiren aranızda mı? Diye sorduğunda da karşısına hayır cevabı çıktı. Hemen Baltacı-başından odunları kimin dağıtmakta olduğu soruldu. Genç delikanlı Hüseyin olduğu anlaşıldı. Kethüda Hüseyin'i yanına getirtip; gayet tatlı bir dille, şu yay'ı nasıl boşalttınsa bir kur bakalım, dedi. Hüseyin hemencecik büyük bir çabukluk ve kolaylıkla kuruverdi. Tekrar boşaltıp tekrar kurması istendiğinde delikanlı çabuklukla işini yapıveriyordu. Kethüda şaşırmış ve heyecanlı bir vaziyette sultana koştu. Durumu anlattı.
Hüseyin padişahın huzuruna çıkarıldı ve burada yayı tekrar tekrar çözüp kurdu. Olay karşısında oldukça memnun olan padişah IV. Murad İran elçisinin huzura çağırılmasını emretti. Huzura gelen elçiye dönerek;
– “Bre! Şahının gönderdiği yay çok hoşumuza gitti. Çoluk çocuk ondan ayıramaz olduk. Böylesi yumuşaklıkta bir yayı kurmak bana yaraşmaz. Şah’a söyle bize daha kallavi bir yay göndersin…”dedi ve huzura bir çocuk getirilmesini emretti.
Hüseyin etrafını görmesini engelleyen kaşlarına kadar çıkan hakim yakalı setresi ve başında aynı kumaştan takkesi ile huzura getirildi. Padişah o an:
–“Oğlum! Şu yayı birde sen kur, çöz ki şanın söylensin!” Dedi.
Hüseyin yayı çözdü ve kurdu. Tekrarda çözüp kurarken koca yay bu müthiş kuvvete dayanamadı ve ortasından kırılıverdi. Sultan Murad rahat bir nefes alırken, İran elçisinin gözleri de yuvalarından fırlamıştı âdeta.
Bu olay genç Hüseyin’in IV. Murad’ın gözüne girmesini sağladı. Olayın ardından Hüseyin’e “Paşa”lık unvanı verildi. Ve artık Hüseyin Paşa olarak anılmaya başladı.
Hüseyin Paşa’yı himayesi altına alan padişah istikbalin büyük bir serdarını da yetiştirmeye başladı. Kimsenin medet dahi ummadığı, bir şey yapamaz dediği bir oduncunun devlet görevinde bu kadar yükselmesi dedikoducuların ve çekemeyenlerin her zaman malzemesi oldu. Altı üstü o bir oduncuydu. O ise hiçbir söylenceye aldırmadan aldığı tüm vazifelerini en güzel şekilde yaptı ve ismini tarih sayfalarına lekesizce yazdırdı.
Yenişehirli Hüseyin Paşa'ya istikbal yolunu açan yay bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenmektedir.