Ne kadar kolay küsüyoruz her şeye, herkese, hayata. Canımızın istediği olmadığında, kontrol edemediğimiz durumlarda, önemsenmediğimizi düşündüğümüzde, istediğimizi alamadığımızda, herhangi bir şeyi başaramadığımızda. Hep küsmeyi seçiyoruz. Dinlemeden, anlamaya çalışmadan, empati kurmadan, bütünde olup biteni görmeden, kendimize şefkat göstermeden.
Bir taraftan da küstürmemeye uğraşıyoruz bizim için değerli olanları. Sözlere dikkat ederek, davranışları açıklamaya çalışarak, istediklerini biz istemesek bile yapmak için elimizden geleni yaparak.
Peki, nedir bu dengesizliğin sebebi. Neden bazıları için acımasız olup küsen tarafken, bazıları için de kendimizi paralamamız? Cevap basit görünüyor aslında. Değer verdiklerimiz bizi önemsemeyenler, vermediklerimizse önemseyenler.
Önemsediklerimiz için önemsenmediğimizde kırılıyoruz ama küsemiyoruz. Kaybetmekten korkuyoruz belki de. Ne zamanki bizi önemsediklerini hissetmeye başlıyoruz işte o noktada tüm kırıldıklarımızın intikamını alır gibi küsüyoruz. Aynı durum bizi önemseyenler için de geçerli. Onların da bize küsebilme noktaları önemsemeye başladığımızı hissettikleri nokta.
Zaman zaman üzerine düşündüğüm bir konu bu. Temelinde ne olduğunu hep merak ettim. Standart kaçan kovalanır felsefesi ile açıklanacak kadar basit olmadığını düşünüyorum.
Bence toplumsal olarak yetiştirilme tarzımız, kendimizden daha üstün olana hizmet etmek, kendinden önce onu düşünmek üzerine. Daha üstünse ona biat etmeliyiz bakış açısı yerleşiyor bilinçaltına. Bükemediğin bileği öpeceksin buradan geliyor bence.
Üstünlük konusu herkese göre değişebilir tabii ki. Kimisi ekonomik üstünlüğe biat eder, kimisi şöhrete, kimisi kariyere… Sonuçta hep bir üstünlük var biat ettiğimiz insanlarda. Bizi önemsemeleri eşitlendiğimiz hissini uyandırdığı için rahatlıyoruz sanırım.
İşin kötü yanı ise bu kişilere karşı çoğunlukla kendimiz gibi davranmadığımız için özveri eşit oranda öfkeyi de beraberinde getiriyor. Çünkü sürekli olarak kendimizi feda edip karşılığında kar sağlayamıyoruz. Kısaca yaranamıyoruz. Yaranamadıkça öfkeleniyoruz. Ama kaybetme korkusu yüzünden öfkelensek de feda etmeye devam ediyoruz.
Bu kısır döngünün içinde hem kendimize yabancılaşıyoruz, hem de sürekli bir mutsuzluğun ve yetersizlik hissinin içine hapsoluyoruz.
Oysa kendimiz olarak kalmayı başarıp, insan ilişkilerinde kendimizi önceliğimiz haline getirebilsek kimsenin küsmesine takılmadan ve daha önemlisi kimseye küsüp kırılmadan yaşamak mümkün olacak.
Küsmeye ihtiyaç duymayan bir insan kendine küsüldüğünün de farkına varamaz. İlişkiler doğal yoldan düzene girer. Bu sayede öncelikle kendimize sonra da hayata küsmekten vazgeçeriz diye düşünüyorum.
Tabii ki herkese özen gösterelim ve kırmamak için elimizden geleni yapalım. Ama herkesten önce bu çabayı kendimiz için sarf edelim. Çünkü kendimizden daha değerli hiçbir şey yok. Biz olmadan dünyanın olmasının bizim için bir anlamı yok.