2017’nin üçüncü ayını da neredeyse bitirdik. Zaman ne kadar hızlı geçiyor.
En fazla bir hafta olmuştur derken bir ay geçmiş olduğunu fark ediyorum birden. Diğer taraftan ise günler geçmek bilmiyor bazen. Özellikle de beklenen bir zaman varsa.
‘Zaman’ hepimiz için aynı akıyor olsa da, yani saatler ve takvimler kesin olsa da aslında göreceli bir kavram. Çünkü zamanın geçiş hızı hepimiz için farklı.
Mesela hapishanede olan bir kişiye günler hatta dakikalar geçmek bilmezken, sekiz-on saatlik mesaisinde birçok iş yetiştirmesi gereken biri için su gibi akıyor.
Öyle ya da böyle geçiyor evet. Her an ömrümüzden gidiyor.
Sıkıcı bir işle uğraşırken ya da bir zorunluluğu yerine getirirken başkasının zamanından çalmıyoruz. Bizzat kendi ömrümüzden tüketiyoruz.
Üstelik hayatın içinde yapmak zorunda olduğumuz ve bizi mutsuz hissettiren birçok şey varken kendi zamanını tükettiğini bilmek ayrı bir huzursuzluk veriyor.
Yetişmesi gereken işler, gidilmesi gereken yerler derken 24 saat içinde kendimize, gerçekten yapmak istediğimiz ve bize iyi hissettirecek aktiviteler için zaman kalmıyor. Tüm bunların bedenimizde yarattığı gerginlik ise cabası.
Oysa çok büyük zamanlara ihtiyacı yok kimsenin kendini dinleyebilmek yada nefes alabilmek için. Bu sadece bir değer meselesi.
Başkalarının hayatlarına, kendimizinkinden daha fazla değer verirken dolduruyoruz değer kotamızı. Bunu yaparken atladığımız en önemli nokta ise tükendiğimizde kimseye faydamız olamayacağı.
Üstelik farkında olmadan sürekli bir beklenti durumu oluşturduğumuz için tükendiğimizde anlaşılmaktan çok suçlanır hale geliyoruz. Sonra da anlaşılamamaktan yakınıyoruz.
Cep telefonlarını düşünün mesela. Neden her akşam şarja takıyoruz? Çünkü şarjı bittiğinde bize bir faydası olmayacak. Bir elektronik alet için bunu biliyorken, kendi şarjımızı doldurmadığımızda işe yaramayacağımızı düşünemiyor muyuz? Düşünemiyoruz.
Çünkü biz o kadar mükemmel makineleriz ki şarjımız asla tükenmez. Bunu böyle sandığımız için hayatımızdaki herkese de böyle yansıtıyoruz. Dolayısıyla tükendiğimizde anlaşılamıyoruz.
Uyuyoruz ya diyenler için, uyuduğumuzda dinlenen ve beslenen bedenimiz. Beslenmesine ihtiyacımız olan ise ruhumuz. Çünkü beden yorgunluğu değil, ruh yorgunluğu tüketiyor insanı. Ruhun beslenmesi içinse insanın önce kendine değer vermesi gerekiyor.
Bir tane ömrümüz var ve vakti geldiğinde en büyük pişmanlıklarımız, kendimiz için yapmadıklarımız olacak. Üstelik kimse başkaları için yaptıklarımızı hatırlamayacak.
O yüzden zaman çok geçmeden, kendimizi tüketmeden 24 saatte en azından 1 saat kendimizi düşünelim. Kendimizi sevelim. Kendimizi dinleyelim. Buna hepimizin ihtiyacı var.