‘Kitaplar Ülkesi’ diye bir ülke olsa keşke ve ben bir gün oraya yolculuk yapsam. Her yeri kitaplarla örtülü, yazarların ve roman kahramanlarının yaşadığı ve sadece kitapseverlerin girebileceği bir ülke. Sevdiğim yazarların evlerinde konaklasam, onların yazı yolculuklarına tanık olsam. Hatta bu yolculuk olmaktan çıksa, ben bir roman kahramanına dönüşsem, ömrümün sonuna kadar orada yaşasam.
İşte bunları düşünmeme sebep kitaplığımda duran Sema Arslan’ın yazdığı ‘Benim Kitaplarım.’ Ocak 2009’da basılmış. İlk sayfasına yazdığım tarihe bakılırsa ben de hemen alıp okumuşum. Kitaplığımın en kıymetlileri arasında. Ne zaman elime alıp sayfalarını karıştırsam, içindeki resimlere baksam kitaplı bir serüvene çıkıyorum. Her biri nitelikli otuz kitapseverin kütüphanelerini geziyorum. Hepsi özgün, hepsi yaşayan kütüphaneler…
Hep merak etmişimdir: Nasıl bir ortamda yazıyorlardı bu insanlar? Neler okuyorlardı? Hangi kitaplardan ayrı duramıyorlar, hangileri ile sohbet ediyorlardı? Kitaplarla nasıl bir ilişki kurmuşlardı?
Okurken sadece söyleşiler değil, fotoğraflar da içine çekip alıyor beni. Kitaplar, onları ağırlayan dolaplar, duvarlar, yazı odalarına takılıyor gözlerim. Yazarın kitabı raftan çekip alırkenki uzanışı bile etkiliyor beni. Benim için bundan daha zevkle okunacak başka bir kitap düşünülemez herhalde.
Her sayfasını okumaktan inanılmaz keyif aldığım, kitapseverlerin peşine düşeceği türden bu kitap hakkında fikir verebilmek için en iyisi dikkatimi çeken konulardan bir derleme sunmak:
* Yaklaşık sekiz bin kitabını Boğaziçi Üniversitesi Vakfı’na bağışlamış yazar Adalet Ağaoğlu. Çocuğu olmayan, akrabalarının da kitap dünyasından uzak olması nedeniyle böyle bir tercih de bulunmuş. Çok duyarlı bir davranış.
* Beş ayrı evde, beş ayrı masada çalışıyormuş Ali Poyrazoğlu. Beş ayrı ev, beş ayrı kütüphane demek onun için. “Kitaplar benim ayrılmaz bir parçamdır. Okumadan uyuyamıyorum, okumadan uyanamıyorum,” diyor. Hangi masada çalışacağını ise yaptığı iş ve o günkü ruh hali belirliyormuş. Kitapların üstüne not almayı tercih ediyormuş. Böylece yazarın yaratıcı evresinin, okurun yaratıcı evresine dönüştüğünü düşünüyor. Profesyonel bir okuyucu olduğunu, okuduklarını iş yaşamında kullanabildiğini, bilgilerini yeni kalıplara dökebilen yaratıcı bir insan olduğunu söylüyor.
* Ayşe Kulin, tam bir kitapsever ve aynı zamanda bir koleksiyoner. “Canımı vereyim, kitabımı almayın. Parasını vereyim, gidip alın ya da ben size gidip bir tane alayım. Kütüphanemden kitap alındığında darmadağın oluyorum; çok kıymetli bir şeyim çalınmış gibi oluyorum,” diyor.
* Evinin içinde gizli bir sığınak oluşturmuş kitaplardan. Otuz bin kitabı var Profesör Celal Şengör’ün. Kütüphanesini düzenlemesinde öğrencileri yardım ediyormuş. Böylelikle hem para kazanıyorlar, hem de kütüphaneyi tanıyorlarmış.
* Ayrı evlere dağılmış yaklaşık on bin kitabı bulunan Çetin Altan, “Bir kütüphaneye sahip olabilmek için bazı ön koşullar gerekir,” diyor. “Yerleşik olmak gerek, kentli olmak gerek…” Yatak odası dâhil evinin her yanını kitaplar kaplamış. Kütüphanesinde tarih ve edebiyat kitapları ağırlıkta.
* Çocukluğundan beri göçebe bir hayat yaşayan Elif Şafak, “Bir kitapla yola çıkarsınız ve belki bir süre sonra o kitapla yollarınız ayrılır. O kitap bir şehirde kalır, siz başka bir şehre gidersiniz… benim için hep böyle oldu,” diyor. Dört ayrı şehirde kitapları varmış: İstanbul’da, Ankara’da, Michigan ve Arizona’da. Boston’da yaşarken üniversitenin devasa kütüphanesine gidermiş. Gotik tarzda yapılmış tarihi binada sabahlarmış ‘Araf’ı yazarken…
* On beş-yirmi bin civarında kitabı olan yazar, şair, yayıncı Enis Batur, kitapların en sağlıklı dolaşımının ikinci, üçüncü el üstünden olduğunu düşünüyor. O yüzden de sahaflardan kitap almayı tercih ediyormuş. Bir zamanlar kitabı sevmiş birinin elinden çıkan bir kitabı almanın kendisine iyi geldiğini belirtiyor.
Kütüphane sahibi kişinin bir okuma defteri tutmasını tavsiye ediyor. “Aldığı kitabı ne zaman aldığını, ne zaman okuduğunu, okuduğundan ne anladığını ve daha birçok ayrıntıyı yazmalıdır,” diyor.
* Kütüphanesinin bir bölümü Nişantaşı’ndaki evinde, bir bölümünün ise Cihangir’deki yazı evinde olan Orhan Pamuk, evine gelen misafirleri ikiye ayırıyor: Manzaraya bakanlar ve kütüphaneye bakanlar. Nobel ödüllü yazar, Borges, Dostoyevski, Thomas Mann, Proust, Sartre, Tolstoy, Faulkner, Marquez’in eserlerinin bulunduğu raflara yakın olmayı seviyor.
* Kütüphaneyi bir tür hayat yoldaşı olarak nitelendiren yazar Selim İleri ise, “Sanki canlı bir varlık, onun tıkıştırılmış bir raflar dizisi olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Evin en önemli unsuru, bana kalırsa. Benim kadar önemli hatta! ‘Mal canın yongasıdır’ sözüne pek aldırış etmem ama işin içine kitaplar girdiği zaman o söz benim için çok şey ifade eder,” diyor.
Her kitabın sahibinin elinde yeni bir serüvene başladığını düşünürsek söz konusu kitapların ne derece şanslı olduğu apaçık ortada. Bu kadar çok ülke gezip, bu kadar çok kitap okuduktan sonra, Kitaplar Ülkesi’ne yolculuk hayalinden vazgeçip bir ‘kitap’ mı olsam? diye düşünmeden edemiyorum. Sevdiğim bir yazarın evinde ömrümün sonuna kadar onunla birlikte yaşamak muhteşem olurdu herhalde…
Yorumlar kapalı.