Son yılların en önemli seçim dönemecinde, siyasi tarihe geçecek bir sonuca hep birlikte şahit olduk. 13 yıldır Türkiye’de istediği her şeyi hukuk tanımadan yapan, bağıran, çığıran, kendini tek hakim sanan, istediğini yargılayan, istediğini hapse tıkan, yasa, Anayasa tanımayan, öyle ki artık iktidarını sonsuz sanıp bir anlamda şımaran Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’ye çok ciddi bir uyarı ve hiçbir zaman unutmayacakları bir hezimete şahit olduk
Öyle bir sonuç çıktı ki, 400’ü verin, 330 da olur, 276’da anlaşalım diyen, neredeyse 1 ay, yasal ve Anayasal tüm yasakları ihlal ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olmasına rağmen oradan oraya gezip bir siyasi partiye, AKP’ye oy isteyen Erdoğan’ın tam 5 gün sesini bile duymamamıza, adeta seçimden sonra Erdoğan’ın ortadan kaybolmasına neden oldu.
Sinirden köpürdü dediler, hiç kimseyi görmek istemiyor dediler, hatta seçim akşamı saatlerce aynı koltukta öylece çöküp kaldığı bile söylendi. Niye bu kadar üzüldü? Sadece iktidar gitti diye mi? Yok aslında kaybedilen sadece iktidar değildi, kaybedilen saltanattı, şatafatlı bir yaşamdı, büyük bir ranttı, eşe dosta ihaleydi, istediğini istediği yere atamaydı ve bu zamana kadar hukuk tanımadan yapılan geniş bir yetkiydi. Ve yolsuzluk-hırsızlıklar sebebiyle, uzaklardan bazılarının kulağına gelen mahkeme mübaşirin sesi, birilerine kabus gibi gelmişti.
Evet, Türkiye’nin ve meclisin yüzde 60’ı artık, o hor görülen, meydanlarda yuhalatılan, ağza alınmayacak hakaretlere maruz kalan muhalefetindi. Tarihte başka bir zaman gelmeyecek bir şans olan, Türkiye’nin normalleşmesi, hukukileşmesi, demokratikleşmesi, vatandaşın rahat bir nefes alması ihtimali artık muhalefetin eline geçmişti.
Ramazan ayı geldi; önceki Ramazanların ezan okunduktan sonraki alıştığımız ritüeli Erdoğan’ın bir iftarda, mübarek sayılan günlerde muhalefete, aydına, yazara, sanayiciye, vatandaşa ağız dolusu hakaretler ettiği iftar sonrası konuşmalarını bu sefer görmedik. Zira ilk şok hala AKP kanadında atılamamıştı.
Tam her şey ne güzel oldu, ülke ferahladı, rahatladı, sesler kesildi deniliyorken, o sırada imdada yetişti Devlet Bahçeli ve ver elini dedi AKP’ye. Seçim akşamı Bahçeli tarafından yapılan “biz falanca nefes alırsa biz almayız” mantığına varan sözleri ile “koalisyonun tarafı olmayız, gerekirse erken seçim olsun” şeklindeki gereksiz çıkışları, Erdoğan’ı da AKP’lileri rahatlattı ve cesaretlendirdi. Bahçeli’nin günlerce süren muhalefete muhalefeti sonrası, yüzde 60 gibi görülen blok eridi ve neredeyse tükendi. Üstüne bir de Bahçeli’nin MHP’sinin AKP’ye son 13 yılda birçok kez yaptığı gibi bir kez daha koltuk değneği olması sonrası da, tarihteki en büyük akılsızlık yapıldı ve koskoca muhalefet, siyaseten aciz durumda olan AKP’ye Cumhurbaşkanı vekili olan Meclis Başkanı gibi önemli bir pozisyonu hediye etti.
Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan güçler içerisinde, Yasamanın başı olan Meclis Başkanı muhalefette olacakken kaybedildi.
Sadece o mu? Örneğin yolsuzluk ve hırsızlıkla ilgili soru önergesi, yasa teklifi, soruşturma önerisi hangi yönde bir başvuru yapılacaksa bu kabul edilecek durum mevcutken, MHP’nin siyaseten mantık dışı tutumu bunları da akıldan sildi ve bu şans da görünen o ki gitti.
Örneğin, muhalefet emekliye 2 maaş ikramiye verebilecek, asgari ücreti 1.500 TL yapabilecek, taşeronu kaldırabilecek birçok uygulamaya ilişkin yasa tasarısı verebilir ve hatta bunların olmasını da sağlayabilirdi, bunlar da muhalefet tarafından, daha doğrusu MHP yüzünden yapılamadı.
Şu kadarını söyleyeyim, oluşan son manzarayı ve bir anda AKP lehine dönen siyasi rüzgarı AKP’liler dahi tahmin etmiyordu. Ne desinler, AKP, Bahçeli’ye minnettardı.
Gelinen bu noktada, iktidar olmak için en büyük güç olan muhalefet, bir anda muhalefet gibi görünen bir partinin mantık dışı politikaları ile en güçsüz halka haline gelmişti. Olmazsa olmaz gibi görünen, AKP tarafından talep edilen muhalefet, şimdi bir anda önemsiz bir hale gelmişti. Koalisyon yapmak gerekli diyen AKP, bir anda erken seçim meydan okumalarına dahi başladı.
Şimdi görünen iki seçenek var, eğer kart şu ana kadar açık oynandı ise. Ya bir parti AKP ile koalisyon yapar ya da erken seçim olur. AKP, HDP ile yapmayacağım diyor, MHP de AKP ile koalisyon yapmayacağım diyor ve buna göre yine iki seçenek karşımıza çıkıyor: AKP-CHP koalisyonu ya da Erken Seçim.
AKP, geçmişine bakıldığında birçok skandala ve siyaseten kötü sicile sahip, milletin hafızasında hakim savcı polis gücü ile her şeyi yapabilecek, insanların ölümüne sebep olan, birçok ocak söndüren, halkı fakirleşirken kendisi milyon dolarlık yolsuzluklara karışan bir parti olarak görülüyor. Soma’nın, Gezi’nin, kadın cinayetlerinin sorumlusu kim dendiğinde, iktidar olan AKP karşımıza çıkıyor. Ve bu yönleriyle her zaman CHP’yle çatışıyor.
AKP yine bir oyun oynuyor ve CHP’yi kendi bataklığına çekmek istiyor. CHP’nin tabanının, AKP uygulamalarına şiddetle karşı çıkması, CHP’ye oy verenlerin AKP’ye aşırı olumsuz bakması AKP’nin “bir koalisyon kurarız, bir dahaki seçime CHP’yi bitiririz” taktiğine doğru götürüyor.
Hal böyle iken, erken seçim olsa sonuçlar hemen hemen aynı çıkacağı yönünde anketler de varken, CHP dışında hiçbir partinin oylarının artmadığı ve hatta CHP dışındaki tüm partilerin oylarının azaldığı da görülüyorken; CHP için “koalisyonda olmasa da olur” demek imkansız gibi gelmiyor. Fakat tarihinde ülke kurmuş, Cumhuriyet kurmuş, bir ülkeyi yoktan var etmiş, demokrasi ve çok partili rejimi, sosyal hakları getirmiş CHP, ülkenin bir erken seçim ile düşeceği belirsiz süreçte, Türkiye kaybetmesin istiyor ve bu sebeple koalisyon kapısını ardına kadar açıyor. Yani herkes bir sonraki seçimde partisinin durumunu düşünürken CHP gerçekten ülkesini düşünen belki de tek parti olduğunu bu süreçteki olgun ve itidalli adımları ile gösteriyor. Ki bu durum takdire şayan.
Peki, ne yapmalı? Birincisi, CHP koalisyon yapmak zorunda değil, bunu tespit ettik. Yapmazsa kendisi için kötü bir sonuç çıkmayacağını görmeli herkes. Yani, CHP için tek çare koalisyon denmemeli. Seçim boyunca yapmaya söz verdiği ve her biri toplumun farklı katmanlarındaki insanlara çare olan, ülkeyi yaşanabilir bir hale sokacak, emekliyi, işçiyi, esnafı, çiftçiyi rahatlatacak icraatları yapabilecek yerler ile Türkiye’de, “AKP’ni dediğim dedik çaldığım düdük” dediği ve her türlü hukuksuzluğa imkan veren kurumlarda etkin olmanın garantisini almak zorunda. Ve ne yaparsa yapsın, ister koalisyona girsin ister erken seçime gitme düşüncesine girsin bu eylemleri örgüte bilgi verip izah ederek, örgütle tam bir mutabakat ile yapmak zorunda.
Kim yaparsa yapsın, koalisyon ortağı olunacaksa bir hukuk metni haline getirilip, tüm kamuoyuna bu duyurulmak zorunda. En küçük ayrıntısına kadar hazırlanacak bir mutabakat protokolü olmalı bu. Olmalı ki, sonra AKP tarafından kimse ters köşeye yatırılmasın.
Zira biz bu senaryoyu çok gördük eskiden. Yalandan turlar döner, kapılar çalınır ya en başta bak biz birlikte bir şey yapmayı çok istedik ama CHP istemezük dedi diye millete yalan söylenir ya da koalisyon kurulur ama biz her şeyi yapmak istedik ama CHP yaptırmadı veya CHP yapacağım dediği şeyleri yapamadı olur.
Ve hatta tam koalisyon kuruldu denirken ve herkes rehavete kapılmışken bir anda bu işten çark edilip muhalefet gafil avlanıp yine millete biz yapmadık ama muhalefet yaptı denilerek erken seçime gidilebilir.
Çok iyi tasarlanması, her türlü hilenin, her türlü tuzağın düşünülmesi gereken, ayakları yere tam basılarak adım atılması gereken bir süreç bu.
Bu süreç, siyasi aktörler için, bakan olmalarının değil, partilerinin ve ülkelerinin geleceğinin önemli olduğunun hatırlandığı bir süreç olmalı.
O yüzden çok zordur şu anda koalisyon yapmak ya da yapmamak; buna karar vermek. Yapacak bir koalisyonda, eller sıkıldığında, elin kirlenecekse buna değmeli bir anlamda.
Eğer ki, AKP frenlenecek, Türkiye demokratikleşecek, Türkiye’de insanlar zenginleşecek denilebiliyorsa ne ala, yoksa o ellerin hiç kirletilmemesi gerekli şu anda..