Geçtiğimiz Cuma günü akşamı Türkiye siyasal tarihi açısından çok önemli bir gece yaşandı. Hala daha ne olduğu, nasıl olduğu anlaşılmayan bir şekilde, akşam saat 22:00 sularında İstanbul’da köprülerin sadece Anadolu’dan Avrupa’ya geçişlerin kapanması ve Ankara’da F-16’lıların alçak uçuş yapması ile başlayan, bir “kalkışma” olarak açıklanan ve son tahlilde “darbe girişimi” olarak nitelendirilen ülkemiz için kaosun hakim olduğu bir akşam yaşandı.
Peki, neler oldu? Nasıl bir eylem tarzıydı bu?
İstanbul’da köprülerin Anadolu’dan Avrupa’ya geçişleri asker tarafından kapatıldı, askerler araçlardaki insanlara sıkıyönetim ilan edildiğini söyledi, Atatürk Havalimanı askerlerce kapatıldı, Genelkurmay Başkanı, Hava ve Kara Kuvvetleri ile ve Jandarma Genel Komutanı kaçırıldı, Ankara’da uçaklar sürekli alçak uçuş yaptı, Jandarma Genel Komutanlığı’nın ele geçirildiği söylendi, Meclis birden fazla kez bombalandı, Emniyet ve Özel Harekatın binaları bombalandı, Sarayın etrafına ateş açıldığına dair görüntüler yayınlandı; ilerleyen saatlerde jetler bu sefer özellikle benim oturduğum Üsküdar ilçesinin özellikle Selimiye Kışlasının üzerinden alçak ve sert uçuşlar yaptı, bomba sesleri gelmeye başladı, bazı bölgelerde tanklar yürüdü, Cumhurbaşkanı’nın kaldığı otelin o çıktıktan sonra bombalandığı söylendi, onlarca TV ve radyo varken sanki tek kanallı dönemlerdeymişiz gibi TRT ele geçirildi, yönetime el konulduğuna dair bildiri okundu, sonra CNN Türk, Kanal D ve Hürriyet’in bulunduğu medya grubu ele geçirildi; dışarıda bunlar olurken Başbakan televizyon televizyon açıklama yapabildi, hükümetin tüm üyeleri kanallara bağlandı, Cumhurbaşkanı Marmaris’te konuştu, uçakla askerlerin olduğu Atatürk Havalimanına geldi orada ayrı konuştu, halkı sokağa davet etti, bir anda ezanlar, selalar camiden okunmaya başlandı, birçok yerde belediyeler hoparlörden halkı dışarıya çağırdı, halk sokağa ve özellikle Boğaziçi Köprüsü’ne gitti, ne yaptığı belli olmayan askerin ateş açması üzerine birçok sivil vatandaşımız ile özellikle Ankara’daki çatışmalarda polisler öldü, daha sonra birkaç saat içinde, havadaki F-16’lılar dışında tüm askerler, bu girişimin içinde olan tüm komuta kademesi bir bir çekilmeye ya da yakalanmaya başlandı, teslim olan genç yaştaki erler halk tarafından öldüresiye dövüldü, hatta bir erin boğazı kesilerek öldürecek kadar canice davranıldı, Meclis yoğun bir şekilde bombalanmaya devam etti, tam olarak nedir bu demeden sabah yapılan kalkışma bir anda sona erdi. Nasıl başladı nasıl bitti belli olmadı. Sanırım bir akşamın özeti bu.
Peki şimdi neydi bu?
Hayat görüşü olarak tavrımız hep nettir : Ne sivil, ne askeri darbe!.. Şu bilinsin ki, her zaman her türlü anti demokratik girişime, darbeye karşıyız! Buna da karşıyız tabi.
Fakat burada askerin eylemleri çok garipti. Ne yapmaya çalıştılar belli değildi. Bir “mizansen” gibi bir eylem içindeydiler. Teknik olarak, darbe girişimi gibi değildi.
Örneğin, ben, ilk olarak Boğaziçi Köprüsü askerler tarafından saat 22.00 sularında kapatıldığında dışarıdaydım, haberleri duyunca eve gitmeden bir arkadaşımın evine uğradık ve bildiri okunana kadar oradaydık. Bildiri okunduktan sonra oradan yürüyerek eve geçtik. O saatler dahilinde özellikle İstanbul için sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti, hatta Üsküdar’da ve bazı ilçelerde tanklar da yürüyordu. Fakat başta hükümet üyeleri, Cumhurbaşkanı ve tüm siyasiler olmak üzere herkes televizyonda ve sosyal medyada açıklamalar yapıyordu, televizyonlar canlı yayındaydı, adeta darbeyi canlı izliyorduk. Dikkatimi çeken bir diğer husus da, Cumhurbaşkanı’nın sanki olayı daha önceden biliyor ve/veya bekliyor gibi bir hali vardı.
Anlam veremediğim bir şey daha var ki, bu eylemi gerçekleştirenlerin tutarsız hareketleri. Örneğin, köprünün tek gidişini kapattılar göstermelik gibi, niye Avrupa’dan gelişi kapatmadılar, neden sadece İstanbul ve Ankara’da bir girişimde bulundular, neden bir darbe girişiminde meclis bombalandı? Mesela eğer hükümete karşı bir darbe ise, olay neden bir terör faaliyeti gibi bombalamaya, hatta meclis bombalamaya kadar vardı. Neden milli iradenin simgesi, her kesimin hassasiyeti meclis?
Yani nereden baksanız tutarsız, mantıksız bir durum yaşadık. Bir oyun gibiydi..
Hükümet daha ilk dakikalarda, bu girişimi yapanlar askeriye içerisindeki paralel yapı dedi. Bu kadar kısa sürede bu tespit bir anlama geliyor: Bu kişileri hükümet demek ki biliyor. İddia edilen paralelci askerler, bunlar Atatürkçü diye aydın, demokrat rütbelileri tasfiye ederken, 2007’den bu yana hükümetin hızlı bir şekilde yerlerine rütbelerini yükselttiği askerler. Yani bu rütbeliler aslında hükümetin rütbe verdiği subaylar.
Peki, emri kim vermiş? O da, iddia o ki, Pelsilvanya’daki Erdoğan’ın Hoca Efendisi. Yani eski Hoca Efendisi. Erdoğan Cuma gecesinden itibaren paralel, Gülen üzerinden yaptığı hamasi konuşmalarında, ABD bize teslim etmiyor diye kükremesine karşın, ABD Dış İşleri Bakanı Kerry’nin, hakkında BİZE GÜLEN İLE İLGİLİ RESMİ BİR BAŞVURU GELMEDİ dediği kişi.
Şuna açıkça üzülüyorum ki, Türkiye bırakalım Orta Doğu ülkesini, tam bir Afrika ülkesi olmuş. Yaşananlar, yaşatılanlar, oyunlar, entrikalar Ruanda, Sudan, Mısır gibi ülkelerde yaşanan demokrasi yokluğu ile, düzensizlik ile, bölünmüşlük ile ortaya çıkan olaylara benzemekte. Boğaz kesen bir zihniyetten ülkeye demokrasi gelmeyeceği hala görülmemektedir.
Okunan ezan ve selalarla birlikte camilerin bir kez daha siyasallaştırılması ve hatta bunun bir cihat çağrısı – ki cihat başka dinden bir gruba karşı yapılır – olduğunun söylenmesine ne denmeli? Camilerin bu yönde bir çağrıcı, duyuru yapan bir fonksiyonu hiçbir zaman olmamışken, bu şekilde fonksiyon üretilmesi başka bir zaman başka bir çağrı için de kullanılmasının hazırlığıdır. Bunlar hep sosyal değişimler ve denemelerdir.
Şunu önemle söylemek gerekir ki, Türkiye’de demokrasi ile özgürlükler ile hiçbir alakası olmayan ve hatta bu alanları daraltmak için elinden geleni yapan, ülkede SİVİL DARBE UYGULAYANLAR, basını sansürleyenler bugün demokrasinin, basın özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu, hatta direnme hakkının ne olduğunu gördüler. Şu anlaşılmalı ki, ülkenin kuruluş felsefesi olan demokratik, laik, sosyal hukuk devletine her zaman sahip çıkmalıyız. Demokrasinin hepimiz için gerekli olduğunu unutmamalıyız. Yoksa dün binasına saldırdığın medya grubunu bugün insanların bilgilenmesi için canlı yayın yapsın diye kurtarmaya çalıştığında yüzün varsa utanırsın. Sivil darbeye karşı yürüyenlere vatan haini, askeri darbeye karşı yürüyenlere demokrasi hamisi dediğinizde size gülerler.
Şimdi ise askeri darbe girişimi başarılı olmadı ama AKP demokratik sınırlardan çıkarak, sivil darbenin dozunu umarım arttırmaz. Daha şimdiden meydanlarda hamasi nutuklarla birlikte olayları bir mitinge dönüştürmekteler ve bu olayların sebebi YENİ ANAYASA olmaması demeye başladılar. Bir müddet sonra da Başkanlık sistemi şart demeye başlayacaklar. Bu sebeple, bu yaşananlar, Alman Parlamentosunun yakılması olayına benziyor sanki. AKP sanki sonuçları biliyor gibi ödevlerini hazırlamış, gündem dahilinde emin adımlarla istediklerini yaptırmaya çalışıyor.
Son sözüm: Ne Sivil Ne De Askeri Darbe! Yaşasın Demokrasi!