Benim ülkemde yaygın bir kanaat haline gelmiş ve kabul görmüş bir anlayış var.
Yalansız siyaset yapılmaz, siyasetçi yalan söyler.
Bir de “Siyasete girerken ben bir söz verdim. Halka yalan söylemeyeceğim” diyen bir lider.
Kemal Kılıçdaroğlu.
Söylendiği tarihte de dikkatimi çekmiş ve iddialı bulmuştum.
Ama kendisini asıl sevme nedenim budur.
*
Konuyu her düşündüğümde,
Yalanla kandırıp yalanla kazananlar,
Yalanla inandırıp yalanı yaşatanlar gelir aklımı.
Yalansız yaşamanın önemini düşünürüm.
En yakın çevremden başlayarak,
Tüm ülkede yalansız bir yaşamın hayalini kurarım.
Hiç kimse yalan söylemese ne olur? Diye sorar,
Sorunsuz bir topluma yaratmanın, en ucuz yolu olarak görürüm.
*
Her dinin, her düşüncenin yasak ettiği yalan,
Nasıl oluyor da ortak alışkanlık olarak kalıyor?
Nasıl oluyor da giderek yaygınlaşıyor?
Ve nasıl oluyor da bu kadar meşru olabiliyor?
*
Soruların cevabını düşünenler,
Psikolojik ve sosyal nedenleri var, diyebilir,
Hatta işin içine Patolojiği katanlar da olabilir.
Ama kimse, yalanla mücadele edildiğini,
Ve bir şey yapılamadığını söylememeli.
*
Yalan söylemenin makul bir nedeni olamaz.
Yalan en hafif ifadeyle acizliktir.
İşin hastalık boyutu varsa da tedavi edilmeli,
Yalan söylemeden yaşamak mümkün olmalıdır.
14 Mayıs günü önümüze bir sandık gelecek.
Ve bizler o gün bir irade beyanında bulunacağız.
Bir karar vereceğiz.
Bir seçim yapacak ve bir şeyi kabul ederken diğerlerini reddedeceğiz.
İşte o an, oy verme anı, hepimizin tepeden tırnağa siyasallaştığı en sembolik an olacak.
Benim tercihim, halka yalan söylemeyen ve bunu taahhüt eden Kemal Kılıçdaroğlu olacak.