Yaşadığın yerin nimetlerini tüketmekten başka bir şey yapmıyor hatta düşünmüyorsun.
Umursamaz ve kabullenmiş gibisin.
Umursamazlık seçilmiş bir tavırdır.
Umursamaz, sessiz kalmayı, görmezden gelmeyi, sorumluluğu başkasına havale etmeyi seçer.
Hem de öyle bir biçimde yapar ki bunu, sanki dünyadan ve yaşadığı yerden tamamen bağımsızmış gibi bir hava verir.
Nimetlerin, konforun ve ayrıcalıkların varlığına tutunur.
Fakat bu gerçek değil bir yanılsamadır.
*
Bir şeyi kullanırken onu korumamak, bir şey yapıp iz bırakmamak, yaşadığın yerin sorunlarına sırtını dönmek, aynı çizginin devamı yani ilgisizliktir.
İlginç olan, tam da bu ilgisizliğin sahnelendiği anlarda ortaya çıkan ikiyüzlülüktür.
Gösterişli bir empati çabası, sosyal medyada paylaşılan duyarlı sözler, toplantılarda sarf edilen “tabii ki önemsiyoruz” cümleleri…
*
Hâlbuki ortada olup biten hiçbir iş yoktur.
Bu sahnede iki karakter vardır.
Biri gerçek olan, sorumluluğunu bilen; diğeri ise sahte, toplum önünde mahcup görünmemek için boy gösteren.
Bu sahne, yalnızca başkalarını aldatmakla kalmaz, en çok da kendini aldatır.
Kendini iyi göstermeye çalışmak, gerçek bir değişimden daha ucuz ve daha kolaydır.
Ama ucuz çözümler hiçbir zaman kalıcı olmaz.
*
Samimiyet, söylediklerimizle değil yaptıklarımızla ölçülür.
İlgisizlik bir tercih ise samimiyetsizlik de öyledir.
Biraz daha yıpranmayı, daha az maskeyi, daha çok hesaplaşmayı gerektirir.
O yüzden kolay olanı; kendimizi iyi göstermeyi, dünyayı ise olduğu gibi bırakmayı seçiyoruz.
Samimiyet, çoğu zaman gösterişli değil ama istikrarlı ve zor bir uğraştır.
Sahte samimiyetle uzun süre yol alınamaz.
Eğer gerçekten umurunuzda değilse, o zaman en azından dürüst olun.
Ama eğer umurunuzdaysa, sözlerinizi eyleme çevirin.
Toplum, maskelerle değil, gerçek sorumluluklarla ayakta kalır.