Geçen yıl yaşadığımız Gezi İsyanının yıldönümü ülkemizdeki rejimin adının bir kez daha konduğu gün oldu.
Üstelik Türkiye’deki rejimin adının ne olduğunu bizzat Başbakan koydu. Daha birkaç gün önce Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği toplantısında Kılıçdaroğlu’nun gözlerinin içine baka baka “Ben diktatör olsam siz bu meydanlarda dolaşamazsınız” demişti. Gezi isyanının yıldönümünde Taksim Meydanına 25 bin polis yığıp insanların Taksim’e çıkmasını polis şiddeti ile engelleyerek rejimin adını koydu:
Diktatörlük…
İstanbul’da yaşananları TV ekranlarından, basından ve yapılan yorumlardan izledim. Ancak aynı şiddetin yaşandığı Ankara’da gözlerimle gördüm. Yaşadım…
Öncelikle polis şiddeti günler öncesinden Taksim’e 25 bin polisin ve onlarca TOMA aracının mevzileneceğinin duyurulması ile başladı. Halk terörize edilerek sindirildi. Anma törenleri yapmak isteyenler de polis terörünü duyuralım derken polisin yaptığı sindirme propagandasını doğrulayarak halkın o gün sokağa çıkmamasına ya da merkezi yerlerden uzakta durmasına neden oldular. O gün alanlara yaklaşmak istemeyen geniş halk yığınları geçen yıl yaşanan şiddeti iliklerinde hissetmiş, kayıplar vermişti.
Yeni MİT yasası sonrası halkın içine sokulan sivil polisler ve kışkırtıcı ajanlar ürkütücü bir tablo yaratıyordu.
Geçen yıl gazdan, basınçlı sudan, plastik mermiden, coptan korunmak için basit önlemler alan, sağlık maskesi, ıslak mendil kullananların yerini, bu yıl motorcu kaskları, profesyonel gaz maskeleri, sağlam giysiler almıştı. Yüzü görünmeyen onlarca insan vardı. Kimin neci olduğunu ayırt etmek neredeyse olanaksızdı.
Kızılay meydanında TOMA’lar başlangıçta kitleleri uzaklaştırmak için hedef gözeterek değil yağmurlama şeklinde su püskürttüler. Belirli bir yere sürdükten sonra durdular. Tam bu sırada nereden çıktığı bilinmeyen maskeli tipler hiç gereği yokken polise karşı inanılmaz bir havai fişek atışı başlattılar. Bu anlamsız saldırının polisi geriletmek gibi bir amacı olmadığı halde saldırmasına neden oldu. Üstelik saldırıya haklılık görüntüsü kazandırdı.
Nitekim bu karanlım tiplerden biri aklı başında bir genç topluluğu tarafından fark edilince biraz hırpalandı. Karanlık şahıs koşarak uzaklaştığında sığındığı yer Yüksel Caddesi girişini tutmuş polislerin arası idi. Az önce polise saldıran ve muhtemelen görüntülenmiş birinin polislere sığınması kadar ahmakça bir iş yapmayacağı ortada iken kimliğini ele veriyordu.
Geçen yıldan farklı olarak eylem yapan gurubu destekleyen sıradan vatandaşlar yoktu. Araya 10-15 metremesafe koymaya özen gösteren ve izleyen meraklı topluluğu vardı. Polis o yöne yaklaşmaya başlayınca hızla uzaklaşıp paniğin artmasına yol açıyorlardı.
Sürekli uçan polis helikopteri olayların yoğunlaştığı bölgeleri işaret ederken paniği artırıyordu. Telefon haberleşmesi ya engellenmiş ya da görüşme trafiğinin yoğunluğundan güçleşmişti. Bir süre sonra Kızılay meydanına hakim otelimin penceresinden olayları daha net izledim. Bir yandan da TV kanallarından verilen görüntülerle kendi izlenimlerimi karşılaştırıyordum. İnanılmaz bir polis terörü hissediliyordu. Bir süre sonra tekrar dışarı çıktığımda Ankara’da gece hayatının merkezi Sakarya Caddesindeki baskıyı gözlerimle görüp başka tarafa yönlendim. Bu arada haberleştiğim bazı arkadaşlarımın sığındıkları restoranlarda mahsur kaldığını ve gaz saldırısı altında olduğunu öğrendim.
Daha sonra Kızılay çevresinde biraz daha geniş çerçeveli ve nispeten uzaktan bir tur attım. Tek başıma olduğum için ve artık saçım sakalım ağardığı için zaman zaman polislerin içinden de geçerek kendi aralarındaki konuşmalara kulak kabartarak yürüdüm. Tablo çok feci idi. Bazı gençler aniden sivillerce yakalanıp sürüklenerek götürülüyordu. Bir Cumartesi gecesi için Ankara bomboş denecek kadar tenha idi.
Terör propagandası işlemiş halk evlerine çekilmiş ve protesto için alanlara çıkmak isteyenler yalnız bırakılmıştı. Geçen yıldan farklı olarak ellerinde Türk bayrakları yoktu. Sloganlar daha keskin, görüntüler ürkütücüydü.
Diktatörlük hükmünü yürütmüştü.
Artık önümüzdeki görev AKP iktidarından kurtulmak değil.
Diktatörlüğe son vermek…
Yorumlar kapalı.