Türkiye Cumhuriyeti sıradan bir cumhuriyet değil. Büyük olaylardan ve sarsıntılardan geçerek kuruldu. Temelinde bir ölüm kalım savaşı ve çok şeyi değiştirmeye yönelik devrimcilik yatıyor. Cumhuriyetimizin ayakta kalabilmesi için ülke bağımsızlığının, ulus bütünlüğünün ve cumhuriyetin özünü oluşturan laiklik ilkesinin korunması gerekiyor. Bu kavram demokratik sürecin çerçevesini oluşturuyor.
Cumhuriyetimizin ilk döneminde gerçekleştirilen devrimler, eğitim çabaları, devlet ve hukuk kurallarında yapılan değişikliklerin amacı Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bütünleşmiş bir ulus yaratmaktı. Laik kültüre dayalı eğitim sistemimiz çağdaş bir toplum yaratmayı başaracak, “imtiyazsız sınıfsız ve kaynaşmış bir toplum oluşturacaktı.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında amaçlananlarla bugünkü durum arasında kaygı verici farklar var. Çok partili yaşama geçişle birlikte laik eğitim sistemine sokulan dinselleştirme uygulamaları laik kültürü çürütmeye başladı. “En Hakiki mürşit ilimdir” ilkesiyle özetlenebilecek cumhuriyetçi yaklaşımın yerini dinsel temelli oluşumlar aldı.
Dini kamusal alanın dışında kişisel inanç konusu sayan ama ibadet özgürlüğünü güvence altına alan laiklik anlayışı sinsice terk edildi. Laiklik ilkesinin yerine dini yeniden toplum yaşamının tüm alanlarına egemen kılmayı amaçlayan anti-laik uygulamalara hız verildi.
Cumhuriyetimiz, neredeyse çeyrek yüzyıldan beri sinsi bir karşı- devrim faaliyetlerinin tehdidi altındadır. Dinci akımlar, özellikle son yıllarda tehlikeli virüsler üretmeye başladılar. Cumhuriyetin kazanımları yok ediliyor. Din sömürücülerinin yaptıkları her eylem ve yasa tanımaz söylemleri yanlarına kar kalıyor.
Dincilerin laikliğe saldırmaları boşuna değildir. Bilimde, sanatta, hukukta, eğitimde, toplumsal yaşamda dini düzenlemeler yapabilmek için laiklik ilkesini aşındırmaya ve kemirmeye çalışıyorlar. Dini kişisel inanç alanından çıkarıp toplumsal alana indirenler, bilimselliği ve akılcılığı öne çıkaran cumhuriyetle çatışmaya başladılar.
Siyasal iktidarın demagogları, cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye yönelik saldırıları kamufle etmek ve çürümeyi genişletmek için her türlü tahribatı yapıyorlar. On dokuzuncu yüzyıl liberalizmini büyük bir yenilikmiş gibi tekrarlayan “İkinci Cumhuriyetçiler” ise zaten rayından çıkmış olan cumhuriyeti iyice yozlaştırmaya çalışıyorlar.
Türkiye’de “cumhuriyetçiyim” demek o kadar ucuz ve kolay olmamalıdır. Kurulu düzeni olduğu gibi benimseyerek, nutuk çekerek, marş söyleyerek, birbirine benzeyen törenler düzenleyerek cumhuriyetçi olunamaz ve laiklik karşıtı güçlerle mücadele edilemez. Cumhuriyetimizin devrimci felsefesi doğrultusunda “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” için hiç bıkmadan hiç yavaşlamadan hiç rehavete kapılmadan çalışmamız gerekir.
Özünde bir toplum projesi olan devrimci cumhuriyet; düşünce, bilim ve sanat alanlarında evrensel insanlık değerlerine yönelik gelişmelerin yolunu açmıştır. Bu yol ne yazık ki 12 Eylül darbesiyle kapatılmış ve gericiliğin örgütlenmesine uygun bir ortam hazırlanmıştır.
Cumhuriyetçi ve laik eğitim, ilkokuldan yüksek öğretime kadar baştan aşağı nitelikli insan yetiştirecek biçimde düzenlenmezse ve ortak paydamız laiklik olmazsa “ilerici-gerici”, ”laik-dinci” kavgalarının önü alınamaz ve toplum bölünür.