Geri bıraktırılmış ülkelerde yaşayan insanlar hak, hukuk, adalet, eşitlik, insan hakları gibi kavramlara itibar etmezler. Onlara göre bir makama gelebilmek için liyakat sahibi olmak yeterli değildir. Bir yerlerde yetkili ve tepkili adamın olmalıdır. İktidarın çağ dışı ve hukuksuz uygulamalarına göz yumarsan hele bir de yandaş olursan liyakat falan gerekmez. Dün odacılık yaparken bir gecede genel müdür olabilirsin.
Hak arama konusunda da durum aynıdır. Hakkını almak için adalete başvurmak uzun iştir ve garantisi yoktur. Sorun mafyatik yöntemlerle çözülmeli ve bu konuda yardımcı olanlara istedikleri bedel ödenmelidir. Mafya bu sorunu tehdit, darp ve çökme yöntemleriyle çözer ve ne yazık ki sonuç alır.
Mafya, rant sağlayan her alana çöker. Bu çökme sırasında birilerinin ölmesi hizmet zayiatı olarak kabul edilir. Söz konusu rantsa diğer her şey teferruattır. Onlar dava adamıdır. Tehdit etme, darp etme, sahte videolarla itibarsızlaştırma onlardan sorulur.
Geri bıraktırılmış ülkelerde değerli olmak hiçbir işe yaramaz; önemli olmak gerekir. Önemli sayılabilmek için ya bir makam sahibi olacaksınız ya da makam sahibinin takdirini kazanacaksınız. İnsanları darp etmekten, uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktan, yağmacılıktan, insan öldürmekten sanık olan kişilerin bakanlarla aynı fotoğrafta yer almaları rastlantı değildir.
Geri bıraktırılmış ülkelerde yaşayan ve siyasal iktidarın kulu kölesi olan kişilerin kolları uzundur. Çok yüksek yerlerde adamları ya da madamları vardır. Tehdit etmek, ihbar etmek, masum insanları zindanlarda çürütmek onların ata sporudur.
Şimdi size başımdan geçen bir olayı kısaca anlatayım da durumun vahametini daha yakından görün:
İki yıl önce komşularımdan birinin kızı saldırıya uğradı ve ev sahibiyle saldırıyı yapan serseri arasında arbede yaşandı. Olay polise intikal etti ve kızın ailesi beni tanık olarak gösterdi. Bu aile ile hiçbir iletişimim olmadığı halde tanıklık yapmayı kabul ettim.
Aradan beş altı saat geçti geçmedi telefonla tehdit edildim. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” şeklinde homurdanan bu ses, benim tanıklıktan vazgeçmemi istiyordu. Eğer vazgeçmezsem oturduğum yeri terk etmek zorunda kalırmışım, çok canım yanarmış vb.”
İki gün sonra otomobilimin dört lastiğini birden doğradılar ama ben tanıklıktan vazgeçmedim. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Kızı saldırıya uğrayan komşum evime gelip şöyle dedi:
“Biz davamızı geri çektik, anlaştık, sizin tanıklığınıza gerek kalmadı.”
Televizyonda izlediğim şu olay yazımda vurgulamak istediğim acıklı manzarayı açık seçik ortaya koymaktadır. Bu diyalog gerçektir. Kendisini çok önemli sayıp cıyaklayan birisiyle trafik polisi arasında geçmiştir.
Polis: Ehliyetinizi ve ruhsatınızı görebilir miyim?
Kişi: Ne ehliyeti ne ruhsatı lan! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Polis: Bilmiyorum. Ehliyet ve ruhsatınızı verirseniz öğreneceğim.
Trafik polisi bu sahte kabadayının ehliyet ve ruhsatını alabildi mi bilmiyorum. Belki de tırsıp sinmiştir.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Cümlesiyle insanları tehdit eden bu çakallara ve eziklere pabuç bırakmamak gerekir.