İnsan yapısı gereği rutinleri seviyor. Tekrar eden davranışlar yorulmadan hayatı sürdürebilmeyi sağlıyor.
Aynı yollar, aynı insanlar, aynı konular vb.
Bir süre sonra beyin buna adapte oluyor ve enerji tüketimini azaltıyor. Gittikçe tepkiler ve duygular da eşlik etmeye başlıyor.
Görünüşte hiçbir sorun yok. Her şey yolunda gidiyor hatta hayat kolaylaşıyor. Ancak bir süre sonra ruh hali depresifleşmeye başlıyor. Mutsuz hissediyoruz.
Bunun sebebi aynı döngüde dönüp duruyor olmamız.
Öğrenme isteği, merak, heyecan gittikçe yok oluyor. Yaşamak sıradan ve sıkıcı bir hal alıyor. Bu sırada bir de dış etmenler sürekli bir strese maruz bırakıyor bizi.
Rutinin getirdiği çabasızlık stresle baş etmemizi zorlaştırıyor.
Zamanla içinde bulunduğumuz hali değiştirme isteği ile hareket etmeye üşenen tarafımız çarpışmaya başlıyor.
İyi hissetmiyorum bir şeyler yapmam lazım diyen ruhumuza, ne yapabilirsin ki diyen beynimiz engel oluyor.
İşte tam böyle zamanlarda önce kafayı soğutmak işe yarıyor.
Mümkünse bulunduğun yerden bir iki gün uzaklaşmak. Başka bir yer görmek, başka hayatları izlemek, her gün yaptığından farklı bir şey yapıyor olmak.
Mümkünse bedeni biraz tuzlu suya yatırmak. O zaman yaşam enerjisi, mücadele edebilme gücünü beslemeye başlıyor.
Kim olduğunu, neye ihtiyacın olduğunu fark etmek, kendinle yeniden bir bağ kurmak için küçük bir adım.
Tatiller bu yüzden iyi geliyor herkese.
Ancak tatili hayata kısa bir mola olarak görmek yerine, kendine bir adım atmak olarak görebilirsek asıl o zaman bir şeyler değişmeye başlıyor.
Her şeyin aynı olduğu bir düzende neyin değişmesi gerektiğini anlamak mümkün değil. Uzaktan bakabildiğinde ise yeniden başlamak için ilk adımı atmış oluyor insan.
Ben şimdi kafayı soğutuyorum. Bedeni tuzlu suya yatırıyorum. Kendimle sohbet edip, sana ne lazım diye soruyorum.
Bakalım bu sefer yeni neler getirecek hayat.