Fırının yanındaki tahta kepenkli işyeri Abdullah Aslı’nın (1897-1940) (Ömer ve Rahmi Aslı’nın babası) demirci dükkânıdır. Genç yaşta vefat eden Abdullah Usta’nın işyerini kayınbiraderi Demirci Ahmet (Pazarcık) çalıştırmış. Daha sonrada büyük oğlu Ömer Aslı, baba mesleğini sürdürmüş.
O da anılarını şöyle anlatıyor:
“Babamı kaybettiğimde ben 11 yaşında idim. Onun vefatından sonra dükkânı dayım Ahmet Pazarcık çalıştırmıştı. Ben de daha sonra dükkân komşumuz olan Demirci Fevzi Hanlı Usta’nın yanında çırak olarak çalışmaya başladım.
Burada Kaytancıların Mustafa ve Muharrem isimli üç arkadaş çırak olarak çalışıyorduk. Kalfamız da Palle Hüseyin’di. Haftada bir araba yapıyorduk.
Tatar arabaları 50 liraya, Yaylı arabalarını ise 40 liraya satıyorduk. Bir gün Fevzi Usta dükkân komşumuz olan dayısı Yusuf Yontan’dan (Kunduracı Ahmet Yontan’ın babası) hazır olan arabayı alıp müşterisine satmıştı. Sattığı arabanın yerine yeni arabanın ne zaman yapılacağı konuşulmamıştı. Marangoz olan Yusuf Usta bir gün dükkâna gelerek yeğeni olan Fevzi Usta’ya;
“Fevzi bana pazar günü araba lazım ona göre ” dedi. Bizim usta da; “Dayı kolay ya, pazar gününe kadar arabayı yetiştiririz” deyip geçiştiriyordu. Hafta sonu yaklaşıyor hala ortalıkta bir şey olmayınca, Yusuf Usta’nın dükkâna gelişleri sıklaşmıştı. Cumartesi geldi çattı. Öğle oldu yine meydanda hiçbir şey yoktu. Yemek dönüşü saat 13.00’de hepimiz dükkânda idik. Ustamız kalfaya dingillerin kesilmesini, her iki ocağın da hazırlanmasını söyledi. Hep birlikte işimize başladık. Ocağın birinde dingiller ısıtılıp dövülürken, diğerinde ise çanparalar ısıtılıp, örsün üzerinde çift tokmakla dövülüyordu. Öylesine seri bir çalışmamız vardı ki anlatamam.
Hiçbir aksilik olmadan her şey yolunda gidiyordu. Yatsı vakti yaklaştığında Yusuf Ustaya verilecek olan arabayı tamamlayıp bitirmiştik.. Hepimiz büyük bir başarının sevincini paylaşıp, nefeslenelim derken, dükkânın kapısında Yusuf usta aniden belirdi. Arabasını görür görmez, sağ elinin işaret parmağını ağzına götürdü, “Pes doğrusu Fevzi ” dercesine gözlerine inanamadı, dişleri arasına aldığı parmağını ısırırcasına bir müddet bırakmadı. Yarım günde tek koşumlu bir at arabası imal etmiştik.
Fevzi Usta’nın bu meselesi günlerce konuşulmuştu.”
Ömer Usta da babadan teslim aldığı bu mesleğini zamana göre, işyerlerini, faaliyet konusunu değiştirse de ne örsünden, ne çekicinden, ne de o körüğünden vazgeçmiş.
Makasçı-Kaynakçı-Eksozcu olarak 1967 yılında bu günkü kendi işyerine taşınmış ve nihayet emekli olmuş. Aynı işi bu kez oğlu Abdullah Aslı Sanayi Çarşısı, Sanayi Caddesi’ndeki işyerinde devam ettiriyor.
Köşedeki dükkân Kambur Felek’in abisi Nazmi Hoşgönül’ün lokantası iken, Hüseyin Okandan (Adnan ve Ahmet Okandan’ın babası) burayı almış ve Yeşil Bursa gazozlarını bu mekânlar yıkılıncaya kadar burada imal etmiş.
Kullanımı nedeniyle pek sağlıklı olmayan bu işyerlerini zamanın Belediye Başkanı Mehmet Gökgöz 1951 yılında yıktırmış. Önce yeni binanın olduğu yerdeki işyerlerini yıktırarak, yerine iki katlı ve içinde sineması da olan toplu işyerlerini müteahhit Halil Balcıoğlu’na betonarme olarak inşa ettirmiş. 1953 yılında da faaliyete geçirmiş.
Sağ taraftan devam edecek olursak, çatıları biraz görünen bina Böceklerin Abdullah Ünsal’ın hanı idi.
Hanın sağ köşesinde kahvehane, ortada geniş iki kanatlı giriş kapısı, sol yanında da oğlu Osman Ünsal’ın (Eşref Ünsal’ın babası) bakkal dükkânı vardı.
Yanında Abdullah Battal’ın Birlik Otobüsleri Yazıhanesi bulunuyordu. Daha sonra Adem Aydınoğlu Bilecik Yazıhanesi olarak burayı çalıştırmıştı.
Bitişiğinde Yenişehir Postanesi, Mehmet Tozman’ın berber dükkânı, Sanatkârlar Spor Kulübü Lokali, Başkatip Hasan Ragıp Türe’nin (İbrahim Türe’nin babası) evi, İlhami Büyükemir’in bakkal dükkânı ve Nurettin Işıldar’ın (Rahmi Çevik’in dünürü) evleri mevcuttu..
Resmin solunda ise, Yasincilerin kahve, köşede ise İsmail Başer’in bakkal dükkânı (Süleymanpaşa Kütüphanesi eski müdürü rahmetli Ali Başer’in babası) vardı. Bu dükkânı 1940’lı yılların başında Ali Birant devren kiralayarak aynı iş kolunu yıllarca devam ettirmiş, daha sonra ikiz oğlu Hasan ile Hüseyin Birant burada elektrik malzemeleri ticareti yapmışlardı.(Bugün Halk Ekmeğin olduğu yer).
İtimat-Süt’ün olduğu yerde ise Pirlepeli Mehmet Teker’in (Ali Teker’in babası) demirci dükkânı vardı. Elektrik ve oksijen kaynak makinelerini Yenişehir’e ilk getirip kullanan demircinin, Pirlepeli Mehmet Usta olduğu söylenirdi.
İki çınar ağacının arkasında yer alan gayrimenkullerin tamamı Belediye Başkanı Ali Can döneminde (1966 yılında) istimlak edilerek yıkılmış ve Bursa’dan gelen yol açılmıştı. 10 Kasım 1967 tarihinde de Bursa’da vefat eden Başkan Ali Can’ın adı, bu caddeye verildi.
Çınarların önündeki işyeri Baba Hamamı idi. Sol köşesinde çok soğuk akan bir sokak çeşmesi bulunurdu. Bu hamamı uzun yıllar sahibi olan Ali Şemaki’nin (Eski Belediye Başkanı Vedat C.Şemaki’nin dedesi) çalıştırdığını Mehmet Akyüz’den duymuştum. Osman Şemaki’nin (M.Ali Şemaki’nin dedesi) bu hamamı çalıştırdığını anımsıyorum. Hatta eşi de bayanlar tarafına bakıyordu.
Daha sonra burasını kereste ve marangozhane olarak eski Belediye Başkanı Vedat C. Şemaki ve kardeşi
İhsan Şemaki birlikte çalıştırmışlardı..
Soldaki iki katlı bina Mehmet Horoz’un (Arif, Ahmet, Ali Horoz’un babası) kiralık evleriydi. Burada
Hükümet Tabibi Dr. Cemal Kamışoğlu ve Müstantik (Sorgu Hakimi) Celal Arıkan kiracı olarak ikâmet etmişlerdi. Oğlu Faruk Arıkan (Çikolata Faruk) ise ilçemiz ortaokulunda iken bizde, bir alt sınıfta okuyorduk. Faruk’un halen İstanbul’da ticaret ile iştigal ettiğini duyuyorum.
Onların yanında Ahmet Dübek’in evi vardı. Altta ise büyük oğlu Fahri Dübek’in terzi dükkânı mevcuttu. Fahri Dübek daha sonra bu mesleğe İngiliz Aralığı’nda devam etmişti.
En sonda gözüken üç katlı binalar Aşiretlerin evleri idi. Altta Osman Oğuz’un (Ergin Oğuz’un babası) nalbant dükkânı, yanındaki kardeşi İsmail Oğuz’un kahvehanesiydi.
Komşuları ise Yavaşçalıların evleri, altta da Süleyman Yavaşçalı’nın fırını vardı. Bu fırını 1966 yılına kadar Adem Pirinçci çalıştırmıştı.
Onun yanındaki Ali Meta’nın Tuhafiyeci dükkânıydı. Sonra Nazif Hatipoğlu burasını bakkaliye olarak kullanmıştı.
İlçemizin Elektrik Santralı 1938 yılında Belediye Başkanı Mehmet Gökgöz döneminde faaliyete geçtiği için, eski resimde ne elektrik direği ne de telleri henüz yok. Arnavut kaldırımlı cadde ve sokaklar, elektrik ile değil de köşe başlarındaki kandillerle, evler ve işyerleri ise gazyağı lambası veya lüks lambalarıyla aydınlatıldığı için, elektrikli ev aletlerinin bilinmediği yokluk yıllarıydı o yıllar.
Halkın su ihtiyaçlarının karşılanması için yedisi tarihi olmak üzere 50 den fazla sokak çeşmesi vardı. Bu çeşmelerden herkes içme ve kullanma sularını toprak testilerle, teneke veya bakraçlarla evlerine taşır, her türlü ihtiyacında kullanırdı. Çeşmesi olan evler ise parmakla gösterilirdi. Bazı evlerde kuyu ya da tulumba bulunurdu, su ihtiyaçları buralardan temin edilirdi.
İçme suyunu, Beypınar ve Alaylı köyleri sınırları içinde bulup, toprak künklerle ilçeye taşıyan hayırsever insan Hacı Kerim Ağa olduğu için adına da Hacı Kerim Suyu denirdi.
Çamaşırlar kil, bulaşıklar ise kum- kül karışımıyla yıkanır temizlenirdi. Yıkanan çamaşırlar kömürlü ütülerle ütülenir, gömlek yakaları ise kolalanırdı. Ütüsü olmayanlar ise eşyalarını yataklarının altına koyarak öylesine düzeltilirdi.
Hemen hemen her evin damı, samanlığı, kümesi, en uzak köşesinde ise tuvaleti bulunurdu.
Büyükbaş hayvanlardan manda başta olmak üzere elde edilen sütlerden üretilen Yenişehir Kaymağı adeta marka gibiydi. Tereyağı, peyniri, yoğurdu ve de sütü değil bölgemizde, ülke genelinde anılırdı.
Bu hayvanlar evlerin damlarında yetiştirilirken, her gün sığırtmaçlara teslim edilmek üzere mahallelerin toplanma merkezine götürülürdü. Bu sığırtmaçlar da akşama kadar müsait olan meralarda hayvanları otlatır, tekrar o toplanma merkezine kadar getirirlerdi.
Hayrettir ki; o hayvanlar kendi başlarına yaşadıkları mekânları bilir, geviş getirerek ağır adımlarla tekrar damlarına dönerlerdi.
Öküzlerin gücünden yararlanıldığı gibi, çok aksi olan mandaların erkek olanları da arabalara koşulup, çiftte ve yük taşımacılığında kullanılırdı.
At koşumlu tatar arabaları yük ve eşya taşımacılığında nasıl kullanılıyor ise, atlı yaylı arabaları gibi yolcu taşımacılığı da yapılırdı.
Motorlu araçlar az ve ücreti de pahalı olduğundan onların yerine bilhassa çift koşumlu yaylı arabaları hasta naklinde, keşiflerde, gelin arabası olarak da düğünlerde hep tercih edilen araçlardı. Özellikle Bursa’ya, civar il ve ilçelere yolcu taşımacılığı bu yaylı arabalarla yapılırdı.
Her evin bahçesi meyvelikti; elma, armut, dut, erik, şeftali, kiraz, vişne, incir ve ceviz gibi meyve ağaçlarından bir kaçı mutlaka olurdu. Bahçede ayrıca domates, biber, salatalık, patlıcan, kabak, taze fasulye ve bamya gibi sebzeler mevsiminde yetiştirilirken, marul, maydanoz, nane, soğan, sarımsak gibi yeşillikler mutlaka bulunurdu. Bu yeşillikler evlerde demet yapılır çarşıda satılırdı.
Toprak çanaklarda mayalanmış kaymaklı yoğurtlar pazara çıkarılır, Çınarlı Camii’nin güneyindeki
Zafer Meydanı’nda pazarlanırdı.
Bahçenin taşlık denen kısmında teneke, kırık testi veya benzeri doğal saksılarda gül, zambak, yıldız, lale, sümbül, menekşe, şebboy, karanfil, hercai, kartopu, sarmaşık ve hanımelilerle bahçeler çiçekle dolarken, baharın müjdecisi leylak ve sümbüllerle her yer mis gibi kokardı.
Yiyecekler tel dolaplarında, içecek sular topraktan yapılmış sırlı testilerde muhafaza edilirdi.
Bazı evlerin mutfaklarında büyük küpler içinde su sarnıçları olurdu. Bunun içine kavun, karpuz file ile salınıp soğutulur, etlerde burada bozulmadan muhafaza edilirdi.
Isınma aracı olarak dökme veya tenekeden imal edilmiş soba ya da kuzineler kullanılırdı. Bunlarda yakacak olarak meşe, gürgen, çam, kayın gibi ağaçlar yakılırdı.
Fakir aileler ise bilhassa ağaç kütüğü, aydın sapı, çalı çırpıyı kurbağa tipi sobalarda kullanırken, sobası olmayanlar ise odalarında ocak başlarını ısınma aracı olarak kullanır, saçayak dediğimiz demir sehpa üstüne yemek ve su kabını koyar, ocaklardan böyle faydalanırdı.
Her evin bir komşu kapısı bulunurdu. Bu kapılar ardına kadar açık tutulur, komşular birbirine gelip-giderken bu kapıları kullanır, sokağa çıkma gereği duyulmazdı. Güven duygusunun önemli göstergesiydi bunlar.
İşyerinde olmayan bir esnafın dükkân kapısı açık, eşiğinde bir de sandalye varsa, ya yemekte ya da yakın bir yerde olup, hemen geleceğinin işaretiydi. Kimse izinsiz içeri adımını atmaz, dükkân sahibini beklerdi.
Geçmişi özlemle anarken, aramızdan ayrılanlara rahmetler, kalanlara da esenlikler diliyoruz.