O yılların bir tek oteli ise Mustafa İstanbullunun Çayır Mah. Tahıl Sok No:10/F adresindeydi ve Yesaş Ekmek Fabrikası’nın bulunduğu yerin bir kısmı bu otele aitti. Otellerde ahır bulunmadığı için hayvan ve hayvan koşumlu arabalarla gelinmez ve de kalınamazdı. Oteller hanlara göre daha modern sayılırdı.
Pazar Alışverişine Yolculuk
Yıl 1937… Nisan ayının bir salı sabahı Ali Birant aile bireyleri ile birlikte Çardak köydeki evlerinin önünde. Tek koşumlu yaylı arabayla Yenişehir pazarına yolculuk var.
O eski yılların nakil vasıtaları elbette ki at koşumlu yaylı arabalarıydı. Bu arabaların kaldığı yani park ettiği hanlar ayrı olurdu. Yolcular araba kiralamak için, bu hanlara giderek arabacıyla hayırlaşırlardı. Motorlu vasıtanın çok olmadığı 1950’lilerde, kırsal yerleşim alanlarında en önemli araç, öküz, manda, at koşumlu arabalardı.
Dağ köylerinde ise bu görevi kağnılar yapardı. Bu araçlarla tarlasını sürer, harmanını kaldırır, ürünlerini taşır, odununu getirir, düğün ve bayramını hep bu araçlarla yapar, kutlardı.
O yıllarda şehirlerarası yollar şose olup, köy yolları ise zemini toprak veya çakıl taşlıydı. Yazın tozundan, kışın çamurundan hep şikâyet edilirdi. Arabaların makaslı olanlarına talika, makaslı olmayanlarına da tatar arabası denirdi. Tatar arabalarının iki yanlarında kanat denilen ahşaptan kapaklar bulunurdu. Ayrıca hem önünde ve de arkasında iki küçük kapak bazen kullanılırdı. Arabaların dış cephesi canlı renklerle yağlı boyalı olup, yanlarında ve arkasında manzara resimleri bulunurdu.
Yaylı arabalar ya tek at veya çift at koşumlu olurdu. Bu arabaların üstü branda ile kaplı, içi ise deri döşemeli olurdu. Yolcular için minder, bayan yolcular için de sabit bir ayna, rengârenk olan ponpon türü süsleri tavanda asılı dururdu.
Talikaların her iki yanında kapı bulunurdu. Yolcular buradan binerken, sarı pirinçten yapılmış basamağı kullanırdı. Ön tarafı, arka tarafı ve yanlardaki kapılar dürülerek açılıp-kapanır şekilde deriden olurdu. Arka kısmında şarapnel denilen ahşap parmaklıklı yeri bagajıydı. Burada çoğu kez hayvanların yemi, yem torbaları bulunurdu. Yazın serin kışın ise sıcak olan talikalar, yağmuru ve soğuğu geçirmezdi.
Koşulan atlar çevrenin en iyi hayvanlarıydı. Bakımlı ve güçlü olan bu atların giysileri saraç esnafının özel deriden yaptığı bir birinden güzel desenli, çeşitli renkte süslerle, çeşitli tonda ses çıkaran zillerle donanmış koşumları olurdu. Sürücüleri önde oturur, fren ve direksiyonu dizginleri, gazı da kızılcık ağacından kamçıları olurdu.
Sabahın erken saatlerinde hazırlanan arabalar evlerinden bir çıkarlar, müşteri durumlarına göre ne zaman dönecekleri ve ne zaman gelecekleri bilinmezdi.
Celillerin Mehmet’in Tatar Arabası
Bu fotoğrafta Celillerin Mehmet Çaylan’ı tek koşumlu tatar arabasıyla Tabakhane Mahallesi Tabaklar Çıkmazı’ndaki evinin önünde görmekteyiz.
Hem komşumuz, hem de akrabalık bağımız olan Mehmet Amca güleç yüzlü, sevecen, cömert, fedakâr ve de geçimli bir insandı. Annesine, babasına karşı iyi bir evlat, eşi ve çocuklarına karşı da ideal bir baba idi. Toprağı bol, ruhu şad olsun. 1975 yılında çekilen bu kareyi bize ulaştıran oğlu Emekli Matematik Öğretmeni İsmail Çaylan’a da teşekkür ederiz.
Talikalar cadde ve sokaklardan geçerken, tekerleklerinden çıkan çanpara sesleri arabayı yapan ustanın hünerli ellerinin simgesiydi. Bu sesler hep farklı olup, hiçbir ustanın çanpara sesi diğerine benzemezdi.
Kulağı öyle duyarlı insanlar vardı ki, çanpara sesinden bu arabanın hangi ustaya ait olduğunu bilebilirdi. Bu melodik seslere atların kaldırımlardaki nal sesleri, koşumlarındaki çan ve zil sesleri, bir de sürücünün dilindeki ezgiler de katılınca adeta minik bir orkestrayı andırırdı.
Talikaları seyretmeye doyum olmazdı. Sokaktan böyle bir araba geçtiğinde, çocuklar koşarak bagaj denilen arka kısmına tutunduklarında ayaklarını da yerden keserler böyle gitmeleri de keyifli olurdu. Sürücünün kamçı darbeleriyle talikanın arka tarafına savrulan kamçılardan canı yanan çocukların seyahati de böylece fazla sürmezdi.
Bu araçları kullananlardan; Arnavut Fide Ağa, Arnavut Ramazan (Zahireci) haftada en az iki kez Bursa’ya giderken ilk molayı Seymen’de veya Dinboz’da (Erdoğan Köy) verir, ikinci molada Kestel’de olurdu. Çancılardaki Abdi Ağanın Han son duraklarıydı. Bu yolculuk molaya göre yedi sekiz saat çekerdi.
Arnavut Ramazan ise hem arabacılık hem de Eski Tahıl da zahirecilik yapardı. Sokur Mehmet (Fahri Dübek’in dedesi) en şakacı olanıydı. Bir yeri tarif ederken onun gözlerine değil de kamçının ucuna bakan gideceği yeri en kısa zamanda hemen bulurdu.
Demirboğa’lı Emirlerin Hasan Can, Hacı Ahmet Ersöz’lerin özel arabacısıydı, şekerleri Eskişehir’den getirene kadar kaç gün geçer ve ne çileler çeker onu bir tek kendileri bilirdi.
Kasap Salih (Yılmaz Özgürler’in babası) ile Mekirköylü Ahmet’in (Mehmet Mekir’in babası) atları ise en bakımlı ve kuvvetli olanlarıydı. Sırasıyla diğer arabacılar Küçük İsmail, Kamış Ali, Kocakulak Ahmet Büyükyanbollu, Ahmet Ersöz (Zogo), Şekibe’nin Kara Mehmet, Topal İbrahim, Arnavut Akif, Arabacı Akif Uslu, Arabacı Manço Ahmet ve Göçmen Necdet akla gelen isimlerdi.
Macera dolu bu meslek zaman içinde teknolojiye yenilerek bu görevi motorlu vasıtalara bırakıp, tarih sahnesinden yok olurken; beraberinde saraçları, mutafları, keçecileri, semercileri, nalbantları, demircileri, arabacıları ve benzerlerini de peşinden götürdü.
Hanlar ise yok olup, yerlerini çok katlı otellere bıraktı. Şimdi ise geçmişin atlı yaylı arabalarını, minyatür haliyle atsız bir şekilde çok yıldızlı otellerin en gözde yerinde antik bir obje olarak izlediğimde içim yanarcasına yitirdiğimiz o değerleri hep anar dururum…