Yenişehir’de Tabakhaneler (Debbağ haneler)
Debbağ; Arapça bir isimdir. Türkçe karşılığı deri işleyen sanatkârdır. Debbağların işyerlerine debbağ hane denirdi. Debbağlar eskiden beri ilçemizin güney bölgesinde faaliyet gösterdikleri için, mahalle de bu meslek grubunun adını alarak Debbağlar Mahallesi olmuş. Osmanlı döneminde Debbağlar Mahallesi olan bu mahallenin adı Cumhuriyet döneminde ise Tabakhane Mahallesi olarak değişmiştir.
Kütüğüm Akdere köyünde, doğduğum ev ise bu mahallenin Karacaali sokağındadır. Çocukluğum Camcı ve Ethempaşa sokağında, gençlik yıllarım ise Şakçı Çıkmazın da geçmişti. O nedenle mahallemi ve o dönemin insanlarını çok iyi bilirim.
Tabakhanelerin mahallemizde olması nedeniyle, mezbaha da mahallemizdeydi. Buraya salhane de denirdi. Kenarından dere geçtiği için kesilen hayvanların kanı bu dereye akardı. Bu derede balıkta çok olurdu. Balık meraklıları oltalarıyla olsun, serpme ile olsun balık tutarlardı. Tutulan bu balıklar daha ziyade çapak, imron ve yayın balığı türünde olurdu. Bizlerde çocukluğumuzda ibrişim ipinin bir ucuna toplu iğneyi kılçık gibi kıvırıp takar, diğer ucunu da uzunca bir sopaya bağlar olta yapardık. İğneye karasinek veya solucan koyar öyle avlardık. Halk arasında bu mevkie “Ayvalık Arkası” da denirdi. Buraya herkes kolay kolay gelemezdi. Çünkü Ayvalık Arkası bıçkın delikanlıların ikinci adresiydi. Mezbaha uzun yıllar burada faaliyet göstermişti. 2000’li yılların başında da İnegöl’den gelen çevre yolunun kenarına, yani bu günkü yerine taşınmıştı.
İlçe belediyesinin mülkü olan eski mezbaha, daha sonraları ise soğuk hava deposu olarak kullanılmaya başladı. Tabakhane Mahallesinde yedi tane tabakhane olduğunu büyüklerimizden işitirdik.
Tabakhanelerin çevreye yaydığı nahoş kokulardan dolayı, bu işyerleri ilçenin güney kısmına bilinçli olarak kurulduğunu anlıyoruz. Zira Yenişehir de aralıksız esen kuzey rüzgârları nedeniyle, bu nahoş kokuları halk pekte hissetmezdi. Çevresindeki bazı meskenler etkilense de şikâyetçi olunmazdı. Çünkü Yenişehir halkının çoğu tarım ve hayvancılıkla uğraştığı için, hemen hemen her evde küçük veya büyük baş hayvan mutlaka olur ve bunlar damlarda yetiştirilirdi. Yiyecekleri ise samanlıklarda depolanırdı. Damların her gün bakımı yapılırken, çıkan yaş gübreler evin avlusunun bir köşesinde biriktirilirdi.
Bu nedenle insanlarımız bu nahoş kokulara alışkındı. Tabakhane Mahallesinde1950 öncesi Alyanakların Ali Aşkın’ın da (1879-1951) tabakhanesi varmış. Onun için lakabı da Tabak Ali imiş. Tabak Ali, İplikçi İbrahim Aşkın’ın, Eski Bilecik Milletvekili İsmail Aşkın’ın, Eski Bursa Milletvekili ve Eski Devlet Bakanı İlhan Aşkın ile İhsan Aşkın’ın babalarıdır. Ne tabakhanelerini ne de Tabak Ali’yi görmediğim için bilmiyorum.
Tek bildiğim tabakhane, Süleyman Aykol’un (1864- 1953) tabakhanesiydi. Halk buraya tabane de derdi. Burası bizim eve çok yakındı. Süleyman Dede çok yaşlı olduğu için oğlu İbrahim Aykol (1901-1994) ve torunları Hakkı (1931-1967) ile İsmail Aykol (1934) tabakhane de çalışırlardı. Küçük torunu Orhan Aykol ise (1937-2011) okuyup, Sayıştay da müfettiş olmuştu. 1970 yılına kadar tabakhane olarak kullanılan bu işyeri, şimdi ise Tabaklar Sokağı ile Faydalı Sokağının kesiştiği arazi üzerinde bulunuyordu.
Doğu- batı uzantısında iki katlı ahşap, kerpiç işlemeli büyükçe bir yapı idi. Bahçesinde her çeşit meyve bulunurdu. İbrahim Amcayı tabakhane de oğlu İsmail Aykol ile hep görürdüm. Ayaklarında lastik çizme, önlerinde deri önlükle çalışırlardı. Çok sessiz, yüzleri daima gülen, sevimli insanlardı. İbrahim amcanın sesinin çok güzel olduğunu da Sadi Çevik’ten duymuştum. Büyük oğlu Hakkı Aykol ise bahçeye meraklıydı. Bahçe bakımı onun işiydi. Bu meslek ile pek ilgilenmezdi. O saraçlık mesleğini seçmişti. Ne yazık ki genç yaşta da vefat etmişti. Geçen sayımızda saraçlarla ilgili makalemde ondan bahsetmiştim.
İlçemizin en son ve tek tabakhanesi olan Aykol’ lara ait olan işyeri 1970 yılında kapandı. Bununla ilgili geriye sadece anılar, fotoğraflar ve hayatta olan tek tabak ustası 80 yaşındaki İsmail Aykol kaldı.
Ortanca oğlu İsmail Aykol, Belediye Meydanındaki işyerinde yün, pamuk ve deri ticareti yapmaktadır. Kendi emekli olduğu için, işyerini oğlu Tahsin Aykol devam ettirmektedir. Ata mesleğini 1970 yılına kadar babasıyla birlikte çalışan İsmail Aykol anılarını sıralarken; “Dedemler Bulgaristan’ın Tırnavo şehrinden göç edip, Yenişehir’e yerleşmişler. Babamlar dört kardeşmiş. İki amcam, birde halam vardı. Bir amcam Kurşunlu Camii müezzini Çolak Hafız, diğer amcam da Kahveci Hüseyin”di. Lütfiye Halam da Çenesiz Mehmet Onbaşı’nın eşi olup, Devlet Sanatçısı Hüseyin Mumcu’nun da annesidir. Biz deri tabaklamasını babamdan öğrendik. Dedem bu işi babama devredince, 1945 yılından 1970 yılına kadar onunla birlikte devam ettirdik. Hakkı Ağabey’im bu mesleği öğrendi ama onun merakı saraçlıktaydı. O da Sabri Gürün’ün yanında yetişerek. Saraçlık mesleğini Turgut Sayın ile birlikte devam ettirmişti. Fakat 36 yaşında iken çok genç yaşta vefat etti. Annemde rahmetli 36 yaşında vefat etmişti. Bizim meslek pis ve de meşakkatli bir işti. Tabak olacak olan derileri kasaplardan, köylerden çevre il ve ilçelerden temin ederdik. Tuzlanmış olan bu derileri, yumuşaması için dağarlara atardık. Bir gece bekletildikten sonra, dağardan çıkarır, kireç ve
zırnık karıştırılıp, bulama dediğimiz bu karışımı derinin etli tarafına sürerek, et ete gelecek şekilde ikiye katlar, bir gün sonra tüyleri gavelete tahtasında kosa ile sıyırırken, etli tarafındaki yağlar ve etlerde sıyrılırdı. Tüyü ve eti temizlenen bu deriler, meşe palamudu, köpek dışkısı ve çam kabuğu öğütülerek dağarlara atar, dağardaki derilere tek tek elde işçilik yaparak deriyi pişirirdik. Dağarlardaki deriler çam kabuğu olan sıcak suda piştikten sonra, balıkyağı ve iç yağı karıştırılıp tersinden yağlardık. Daha sonra da sırıkların üzerine asılıp kuruturduk. Kuruyan derilerin yüzleri önce boyanır sonra da cilalanarak perdahtan geçirip parlatırdık. Küçükbaş hayvanların derisinden meşin ve sahtiyan yapardık. Büyükbaş hayvanların deri işlemesinde ise sadece şap kullanırdık. Bu derilerden kösele yapardık. Saraçlar da bundan her türlü koşum takımlarını imal ederlerdi. Bu işi yapan bir tek bizim tabakhane olduğu için hiç boş kalmazdık. Derilerden çıkardığımız yünleri dokuma sanayinde kullanılmak üzere dokuma ve halı sanayilerine pazarlar, keçi kıllarını ise mutaflara satardık. Tabakhanelerde çalışanların ömrü yaz- kış suyun içinde geçerdi. O nedenle tabakların kazandığı para da alın teri fazla olduğu için, hacca gidecek olan hacı adayları, yanlarında götürecek oldukları paraları, tabak esnafının paralarıyla değiştirip öyle hacca giderlerdi. Teknoloji geliştikçe, suni deriler imal edilmeye başladı. Bizim işimiz de her geçen gün cazibesini kaybedince tabakhaneyi kapattık. Bu sefer deri işleriyle uğraşan esnaf da tabak işçiliğini Bursa’ya götürerek Sırameşeler’deki tabakhanelerde yaptırmaya başladılar. Bursa’daki işyerleri daha modern ve gelişmiş teknoloji olduğu için daha seri ile imal edilirdi. Bu gün ise oraları da tamamen terk edilmiş ve bütün işyerleri de kapanmış durumdadır” diyordu.
Yorumlar kapalı.