Yenişehirli Mutaflar

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

tyc

Bundan kırk-elli yıl öncesine kadar ilçemizdeki işyerlerinde çalışırlarken, sessizce bu mesleklerini bırakıp sonra da hayata veda eden mutafları tanıyalım.

Keçi kılından ip eğirip, bu iplerden çul, çuval, torba, heybe, urgan vs. gibi benzeri gereçleri yapma sanatına mutaflık, imal eden sanatkârlara ya da hazır alıp satan esnaflara mutaf denirdi.

Çocukluk yıllarımızdan tanıdığımız mutaflar ve o günkü işyerleri aşağıdadır;

Ömer Akalın (1904-1957): Ulucami Mahallesi, Yediyol Sokakta,

Mehmet Süsler: Yenigün Mahallesi Sağır Osman Sokakta,

İbrahim Tekin ve oğlu Mehmet Tekin: Cumhuriyet Caddesinde,

Kamil Mutaf: Cumhuriyet Caddesinde,

Mefail Özendim: Gündoğan Mahallesinde,

Ali Yakış: Bilecik Caddesinde mutaflık yaparlardı.

Bu sanatkârlarımızdan önce Ömer Akalın’ı (1904-1957) tanıyalım:

akalin

Ömer Amca mahalleden çocukluk arkadaşım olan Diş Hekimi Abdullah Akalın’ın babasıdır. Yediyol Sokaktaki evlerinin altında mutaflık yapardı. İşyerinde ahşaptan bir dokuma tezgâhı ile çıkrığı bulunurdu. Çıkrıkta keçi kıllarını ip haline getirir, bu iplerle tezgâhında mekiğiyle dokurdu.

turgut-3

           Abdullah Akalın ve Turgut Yüce

Daha geniş bilgiyi almak için, küçük oğlu can dostum Abdullah Akalın’ı Ataevler Sitesindeki evinde ziyaret ettiğimde, geçmişin tozlu raflarını karıştırıp, babasına ait anılarını şöyle sıralıyordu:

Babamı kaybettiğimde henüz 12 yaşında idim. O yıllarda evimiz, seninde bildiğin gibi Ulucami Mahallesi Yediyol Sokakta idi. Dükkânı da evimizin altında bulunuyordu. Günümüzde mutaf kelimesini kullandığınız zaman, birçoğu bu kelimenin ne olduğunu bilemez. O nedenle yok olup biten, böylesi meslekleri gün yüzüne çıkardığınız için öncelikle sana ve Ali Bilgiç’e çok teşekkür ederken, mutafı da kısaca tarif edeyim. Keçi kılından kılçan (kilim), çuval, heybe, kolan, urgan vs. gibi eşyaları imal eden ustalara mutaf denirdi.

Mutafın ham maddesi keçi kılıdır. Keçi kılları köylüden, tüccardan ya da tabakhanelerden temin edilirdi. Ayrıca keçi kılını kendi getirip sipariş veren müşteriler de olurdu.

Kıllar önce 60×100 cm. ebadında 25 cm. derinliğinde dikdörtgen şeklindeki kabartma setine konularak, bu setin üzerinde dört beş tane uzunlamasına gerilmiş iplerin bir tarafı sabit olurken, sabit olmayan taraftan bir aparatla sabit olan yöne doğru ileri geri hareketlerle kılları kabartırdı. Bu kılları bir torbaya koyarak beline bağlar, sonrada bir metre çapındaki çıkrığın başına geçerek ipin ucunu, torbadaki kıllara sabitleyip, çıkrığı döndüren ipi de kemerinin diğer tarafına tutturarak her iki elinin baş ve işaret parmaklarını kullanarak kılları eğirirken, işyerinin bir başından diğer başına arkası dönük vaziyette 8- 10 metre gidip gelirdi. Dönen çıkrık sayesinde keçi kıllarını eğirerek ip haline getirirdi. Bu mesafe bittikten sonra, tekrar çıkrığın başına gelirken, bu kez çıkrık tersine dönmeye başlar ve çıkrığın altındaki makaraya eğrilen ipler sarılırdı. İp eğirmesi kılın çokluğuna ya da sipariş çeşidine göre birkaç gün devam ederdi. Eğrilen ipleri daha sonra mekiklere sararak dokunacak hale getirirdi. Dokuma işini ise, eni yaklaşık iki, yüksekliği de üç metre olan dikdörtgen şeklindeki tezgâhta yapardı. Bu tezgâhın yan tarafındaki her iki direğin arası yukardan aşağı boş olurdu. Burada kiriş denen seyyar yuvarlak boru tipinde bir aparat bu iki direk arasında uzunlamasına bulunurdu. Bu aparatı dokuyacağı ürünün boyutuna göre ayarlarken aşağı-yukarı indirip kaldırırdı. Sonra da dokunacak eşyanın enine göre çözgü dediğimiz kıldan ipleri uzunlamasına bu aparata sıkıca gererdi. Bu çözgülerin arasından mekiği, bir alt – bir üst olacak şekilde geçirip, diğer başa geldiğinde, bu kez, bir üst – bir alt şekliyle ilk başlangıç noktasına gelirken, arada bir dokuduğu yerleri, bir kilogram ağırlığındaki dökme demir olan tarak ile kuvvetlice döverek sıkıştırırdı. Ne kadar sık dokunursa tezgâhta imal edilen eşyada o oranda kaliteli olurdu. Bu işlem eşyanın büyüklüğüne göre birkaç gün devam ederdi.

Dokuma işi bittikten sonra, önce alt taraftaki çözgüleri makasla keserek uçlarını düğümlerdi. Sonra da üst taraflarını keserek aynı şekilde düğümleyip, dokuma işini bitirirdi. İmal ettiği ürünler kılçan (kilim), çul, çuval, yaygı, heybe, torba, hayvan koşumu ve urgan gibi eşyalardı. Çoğu kez sipariş üzerine yapardı. Keçi kılı kaygan olduğundan asla su tutmaz suyu da geçirmez ve de yanmazdı. Bu kıllardan dokunan ürünler sıcaktan açıldığı için hava alır, kışın da büzüştüğü için hava almazdı. O nedenle Yörük çadırları kışın sıcak, yazın ise serin olurdu. Keçi kılından yapılan bu ürünler sert olup, batma özelliği taşıdığından, çadıra, yaygıya, heybeye, torbaya, çula ve çuvala asla haşere türü parazitler, yılan, akrep, örümcek gibi zehirli canlılar da yaklaşamazdı.

Babamın bir ara Bilecik Osmaneli’ye giderek burada da mutaflık yaptığını bilirim. Çünkü bu yörede keçi çok boldu. Osmaneli den geldikten sonra Cumhuriyet Caddesinde faaliyet gösteren meslektaşı Kamil Mutaf ile sipariş üzerine birlikte çalıştıklarını da anımsıyorum.

Rahmetli babam zevkine çok düşkün bir insandı. Bahçe düzenlemesini çok severdi. Benimde bahçe merakım ondandır. Bahçemiz çeşitli çiçek ve meyve ağaçlarıyla mini park gibiydi. Ayrıca soğan, sarımsak, marul ve maydanoz gibi yeşilliklerde yetiştirirdi. Hatta hercai (Menekşe) çiçeklerinden isimlerimizi bahçeye yazdığını hiç unutmuyorum. Günlük iş yorgunluğunu bahçede çalışırken atardı. Sonra da udu eline alır, sevdiği şarkıları çokta güzel söylerdi. Ne yazık ki meslek hastalığı diyebileceğim dertten henüz 53 yaşında iken 1957 da vefat etti. Nur içinde yatsın,” diyordu.

Mutaf Mehmet Süsler, Berber Hüseyin Süsler’in ağabeyidir. Evi Yenigün Mahallesi Sağır Osman Sokakta idi. Evinin altında da dükkânı vardı. Yanında Mehmet Hataoğlu’nun yetiştiğini, Yenişehir’in renkli simalarından Belediye mezbahasında kesicilik yapan Çıngıllı Ahmet’in de kayınpederi olduğunu Muzaffer Demirci’den duymuştum.

turgut

Mutaf İbrahim Tekin (Fötr Şapkalı) Arkadaşları İle Birlikte Dükkanının Önünde Görülüyor.

Mutaf İbrahim Tekin (1913-1997) bu mesleğe Zafer Meydanı’ndaki işyerinde ağabeyi Mehmet Tekin ile başlar, sonraları ağabeyi bu işi bırakınca, tek başına devam eder. Daha sonra Cumhuriyet Caddesindeki işyerine geçer, İbrahim Tekin ayağından özürlü olmasına rağmen, o haliyle bu mesleği laikiyle yaptığını söyleyebilirim. Oğlu Mehmet Tekin de yanında yetişmişti. Sonunda Çayır Mahallesi Şeref Sokaktaki evlerinin altında bu mesleğini sürdürmüştü. Çok sakin görünümlü ve sessiz bir insandı. Kamil Mutaf’ın da işyeri Cumhuriyet Caddesindeydi. Bir ara Ömer Akalın ile daha sonra da Mefayil Özendim ile ortak çalıştıklarını, damadının da Kunduracı Ahmet Özellibeş olduğunu bu araştırmalarda öğrendim. Bu gün o işyerinde Çelebilerin Süt Ürünleri marketi bulunmaktadır.

Mutaf Mefayil Özendim (1916-1983) Gündoğan Mahallesi Kapaklı Çıkmazındaki evinde bu meslekle uğraşırdı. Büyük oğlu İrfan Özendim Tahirağa İlkokulundan arkadaşımdır. Ortanca oğlu Nurettin Özendim ile yaptığım telefon görüşmesinde babasının yetmişli yıllara kadar mutaflık yaptığını, daha sonra da Bilecik yolunda Sarı Hilmi ile beraber briket imal ettiklerini söylemişti. Mutaf Ali Yakış, Bilecik Caddesinde iki katlı ahşap evinin altında altmışlı yıllara kadar bu mesleği yaptığını, Gündoğan Mahallesi eski muhtarı Terzi Ziya Mançular’dan öğrendim

Eski mesleklerle ilgili ne zaman bir araştırmaya girsem mutlaka Muzaffer Demirci (1923) ile buluşup ona danışırım. Geçen günde Yenişehir Huzur Evinde bir araya gelerek, yukarıda isimlerini belirttiğim mutaflardan bahsetmiştim. O da söylediklerime aynen katılıp, çocukluk döneminde mutaflık yapan dayılarının ve eniştesinin yanında çıraklık yaptığını söylerken anılarını da sıralıyordu:

turgut-1

Yenişehirli mutaflar hakkında bizleri bilgilendiren Muzaffer Demirci 93 yaşında Yenişehir Huzur Evi’nde yaşamını sürdürüyor.

Çocukluğumda önce eniştem İbrahim Başmutaf’ın yanında çıraklık yapmıştım. Sonrasında mutaf olan büyük dayım Mustafa Gündüz’ün, daha sonrada küçük dayım Ali Biçki’nin yanlarında çalıştım. Görerek öğrendiklerimi şöyle anlatayım.

Bir kere mutafların işyeri uzun olurdu. Dükkânın giriş kapısının tam karşı tarafında, tekerlek şeklinde ahşap bir kasnak ve bunu döndüren tartura diye de adlandırılan çıkrık olurdu. Önceden kabartılmış keçi kılları çıkrık sayesinde ip haline dönüştürülürdü. Bu işlemeye ip çekme denirdi.

İp çekimi bittikten sonra dokuma işine başlanırdı. Bu işe de kılçan dokuma denirdi. Dokuma halı tezgâhları gibi dikdörtgen şeklindeki ahşap tezgâhlarda dokunurdu. Dokunacak olan ne tür eşya ise, tezgâhın üst kısmından, aşağı kısmına kadar sık aralıklarla çözgü denilen ipler gergin bir vaziyette takılırdı. Sonrada usta tezgâhın başına geçerek, oturduğu yerden, yumak haline getirilen kıldan ipleri, ahşaptan yapılmış mekiğe sararak, bu mekiği çözgülerin bir altından bir üstünden geçirip başa kadar devam ederdi. Tekrar aynı şekilde ters istikamete doğru aynı işlemi yaparak, dokuma işlemini yapardı. Arada bir kirkit denilen metal tarak ile bir baştan, diğer başa dokuması yapılmış yerlere yukarıdan aşağıya doğru tararcasına vurarak sıkıştırırdı.

Günümüzde bu işleri yapan ustalarda kalmadı. Yenişehir de senin saydığın ustalardan başka İbrahim eniştemin ağabeyleri Mustafa Başmutaf ve Hakkı Başmutaf, baba meslekleri olan mutaflığı bir hayli devam ettirmişlerdi.

Eniştemler Hanımoğlu İbrahim Tar’ın da kayınbiraderleriydi. İşyerleri Hıdırbali Mahallesi Ali Haydar Sokağında idi. Daha sonra da Çınarlı Camiinin batısındaki dükkânlarda faaliyet göstermişlerdi. Hatta Hacı Adem Ağa’nın kahvehanesinin üst katında da ip eğirirlerdi. Ayrıca sağdıcım olan Fırıncı Mehmet Hataoğlu’da Hıdırbali Mahallesi Kahyaoğlu Sokağında ağabeyi ile birlikte mutaflık yapmışlardı. O yıllarda mutaflık geçerli mesleklerden sayılırdı. İşte benim bildiklerim bu kadar,” derken, sözlerine de son veriyordu.

Başmutaf kardeşlerin eniştesi olan Hanımoğlu İbrahim Tar’ın torunu Ahmet Tar ile bu ay içinde telefon ile görüştüğümde, Muzaffer Demirci’nin söylediklerini aynen doğrularken, Büyük Dedesinin Yenişehir’de Mutaf Hacı Ali Başmutaf olarak anıldığını, aslen Kozdere Köyünden olduğunu, üç dayısının da baba mesleğiyle uğraştıklarını yinelerken, babasının da bir ara dede mesleği olan mutaflığı Kasaplar Aralığında sürdürdüğünü vurguluyordu.

 Gelişen teknolojinin ve büyük alış veriş merkezlerinin çoğalmasıyla her geçen gün sessizce yok olan böylesi küçük esnaf ve sanatkârlarımıza artık bu bölgemizde rastlamak mümkün değil. Fakat ülkemizin bazı yörelerinde hâlâ bu meslekle ilgili ustaların var olduğunu, bazılarının da makine tezgâhlarında üretim yaptıklarını görsel medya aracılığı ile belgesellerde tanık oluyoruz.

Öncelikle geçmişimizi, yok olan meslek ve iş kollarını unutmamak hatta unutturmamak adına bu köşemde tekrar buluşmak ümidiyle, emeği geçen tüm esnaf ve sanatkârlarımızı rahmet ve minnetle anıyor, bu makalenin oluşmasına anıları ve belgeleriyle yardımcı olanlara da teşekkürlerimi sunuyorum.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Yenişehirli Mutaflar
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.