Bu öyle ufak tefek bir isyan değildi. Direkt olarak Hüseyin Paşa’nın canına kastedecek, isyancıların onun katlini istediği bir çatışmaydı.
Bu isyan sırasında Deli Hüseyin Paşa, üzerine hücum eden bir caniyi, kılıcının bir darbesiyle İkiye bölerek, ölümden, kıl payı kurtulabildi.
Fakat asker isyanda o denli kışkırtılmıştı ki; Paşa’nın evine saldırdılar. Eve dolanlar evi yağma ettikten sonra ateşe verip, hizmetkârları ve cariyeleri esir alıp dağa kaçırdılar.
Paşanın evine ve hatta namusuna karşı yapılan bu saldırı sonunda Paşa son derece üzüntülü anlar yaşadı. Askeri bir yerde toplayıp şahsına yapılan iftiraları reddedip hüzünlü bir şekilde;
“-Bire Allah’tan utanmazlar, devlet şeref ve haysiyetini ve vezirlerin hürmet ve riayetini bilmezler; bu ettiğiniz edepsizlik nedir? Ben padişah-ı islâmın vekili ve veziri ve cümlenizin serdarı değil miyim? Benim suçum ve kusurum nedir ki bu eziyet ve harekete müstahik oldum? Kafireşâtır gönderdi demişsiniz; tutulan şatırı getirin göreyim; bu kadar zamandır dîn-i mübîn uğruna mal ve canımla sâyu hizmet etmiş emektar vezir iken böyle fena ve ağır töhmeti bana nasıl isnat ve iftira edersiniz? Allah’tan korkmaz mısınız? A’day-ı dinime karşı şerefimi ayaklar altına aldınız; muhalif-i din olan milletlerden hiçbir zümre serdar ve zabitlerine bu resme ihanet ettikleri hiç duyulmuş mudur? Cümle malımı garet edip yine benden ulûfe istersiniz; bu ne gûna insafsızlık ve edepsizliktir.”dedi.
Bu isyanın ortaklarından olan Sekmanbaşı Mahmut işin vahametinden korkmuştu. Hem Paşa’nın gönlünü almak hem de üzerindeki töhmeti atmak amacıyla serdarın ayağına kapanıp askerin cahillikle bir iş yaptığını ve bu duruma pişman olduğunu söyledi.
Af dileyip askerin ve kendisinin uğrunda can ve baş feda edeceklerine kefil olduğunu bildirdi. Paşa’nın ayaklarını öperek gönlünü aldı ve bu sırada yeniçerilerde Paşa’ya yardımcı olacaklarını tahadüt etmişlerdi.
Sonuç da askerle bir anlaşma ya varıldı. Hüseyin Paşa’nın isteği doğrultusunda asker kendisinden özür dileyecek ve sipere girerek kasım ayına kadar Kandiye önünde duracaktı. Eğer o döneme kadar kabul edilecek miktarda para, yardımcı kuvvetlerle, terhisler gelmeyecek olursa askerler kendilerinden mevzilerden çıkıp İstanbul'a hareket edecekler idi.
Ordu içerisinde barış temin edilmiş Serdar’ın ele geçen malları mümkün mertebe bulunup iade olunmuştu. Cariyeleri ve hizmetçilerini de Paşa’ya iade etmişlerdi. Bu arada yeri gelmişken şunu ifade etmek gerekir ki; böyle bir noktaya getirilmiş askerle Girit gibi önemli bir üssün fethini becermek ne kadar mümkünse Hüseyin Paşa’nın yönetim anlayışıyla bunun becerilmesi o kadar dikkat çekicidir.
Bir süre sonra askeri isyana sürükleyerek tahrik eden Sekmanbaşı Mahmut Ağa bir ayağını humbara kaptırıp üç beş gün içinde de öldü.
Hüseyin Paşa Osmanlı donanması kendisine yardım yollayamamış olmasına rağmen kuşatmadan geri adım atmadı. Tüm kışı Kandiye önlerinde geçirdi. Yine de saldırılarda bulundu. Kandiye’yi almak için inat etti. Bu inadından olsa gerek ki tam kelenin karşısına yaptırttığı kalenin ismine “İnadiye” dedi.
Girit adasının Kandiye hariç tüm kalelerini ele geçirmişti. Girit’de aldığı önlemler ve yönetim tarzından dolayı Rumları Osmanlılara yaklaştırdı. Halkın gönlünü fethetti. Bosna valiliğinde ve diğer görev yaptığı yerlerde olduğu gibi imar işlerine ağırlık verdi. Ayrıca burada da Hanya’da olduğu gibi bir de vergi sistemi koydu. Devam Edecek