Mart ayında 3 önemli günü hatırlıyoruz,
Önem verdiğimiz, heyecan duyduğumuz.
*
İlki; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
Mesajlar atıldı, kutlamalar yapıldı,
Kadınlarımızın ne kadar önemli olduğu anlatıldı,
Hatta
Bu günün,
Neden kadınlar günü olarak kutlandığını bilmeyenler,
Ona sevgililer günü muamelesi bile yaptı.
*
8 Mart etkinliklerine, son aylarda artan,
Kadın cinayetleri damga vurdu.
Tüm etkinliklerin asıl amacı,
Bu cinayetlere dikkat çekmek oldu.
Kutlamadan daha çok anma etkinliğine dönüştü her biri.
Sözün kısası şu,
8 Mart, kadına yönelik artan şiddettin ve cinayetlerin gölgesinde kutlandı.
*
İkincisi; 12 Mart İstiklal Marşımızın kabulü.
Bir diğeri 18 Mart Çanakkale Zaferi.
Tarihi birçok günümüzün anılmasında olduğu gibi,
Bu iki önemli günü de Mehmet Akif’i anmadan yaşayamıyoruz.
O bizim milli şairimiz.
İstiklal Marşımızın yazarı.
O çok önemli.
İşin en ilginç yanlarından birisi, herkes için böyle.
Hangi siyasi düşünceden olursa olsun,
Hemen herkes bu fikre katılıyor.
*
Mehmet Akif hakkında, az bilinen bir konuyu paylaşmak istiyorum.
Mehmet Akif’in milletvekili olduğu ilk meclis,
Milli marş yazılması için bir yarışma düzenler.
Yarışmaya kısa sürede 724 şiir gelir.
İncelenir, elenir, basılır, dağıtılır.
Ancak hiçbir şiir, milli marş olmak için yeterli bulunmaz.
*
Konu, Mehmet Akif ile görüşülür.
Mehmet Akif yarışmayı kabul etmez.
Ancak bunu bir Meclis mensubu olarak görev sayar.
*
İşin bir de öbür tarafı vardır.
Milli marş ödülü 500 liradır ve bu para Akif’e verilmek istenir.
Akif, yarışmacı olmadığını söyleyerek almaz.
Meclis’in ödeme yapma zorunluluğu olduğu bildirilince parayı alır,
Ve Sarıkışla Hastanesi’nde yaralı gazilere bağışlar.
*
Mehmet Akif öldüğünde geride beş çocuk bırakmıştır.
Ersoy’un oğullarından Emin Ersoy 1962’de hayatını kaybeder.
Maddi sıkıntılar çeken Emin Ersoy’un cesedi Beşiktaş’ta bir çöp kutusunun yanında bulunur.
Çetin Altan, bir yazısında Emin Ersoy’a yer vererek, bir gün Mehmet Akif Ersoy’un oğlu olduğunu söyleyen bir kişinin odasına gelerek para istediğini, bu olaydan iki gün sonra da ölü bulunduğunu yazar.
Babasının emekli maaşı ile geçinen Suat Ersoy ise 1991 yılında Beyoğlu’nda, kirada oturdukları evden atılmak istenir.
Ersoy’un son oğlu Tahir Ersoy ise emekli maaşından başka geliri yoktur ve hastalandığında hastane masrafları Üsküdar Belediyesi tarafından karşılanır.
*
Bütün bunlar değerlendirildiğinde insanın aklına şunlar geliyor.
Mehmet Akif, 1921 yılının 500 lirasını anasının ak sütü gibi helal sayıp alsaydı,
Belki de
80’li yıllarda kızı Fak-fun fon’a muhtaç olmayacak,
Damadı Ömer Rıza Doğru mason olmak zorunda kalmayacak,
Oğlu Emin Ersoy, bir zenginin yanında kâhyalık yapmayacak,
Çetin Altan’dan harçlık almak zorunda kalmayacak ve sonunda bir kamyon kazasında ölü bulunmayacaktı.
*
Mehmet Akif’i analım.
Hatta İstiklal Marşı her okunduğunda bunları da hatırlayarak analım.
Ancak, konuşmaya başladığımızda yere göre sığdıramadığımız bu insanın mirası sayılan çocuklarının çektiği çilede katkımızın olduğu unutmayalım.
Ve lütfen artık söylediklerimizde, yaptıklarımızda, duygularımızda samimi olalım.
*
Bizler, tüketici bir toplumuz.
Önemli dediklerimizi, değerli saydıklarımızı bile buna dâhil edip tüketebiliriz.
Düşünen, üreten ve güzel işler yapan insanlarımıza karşı tavrımızı gösteren kötü örneklerimiz az değil.
Biraz üretme özürlüyüz ve
Belki de bu nedenle,
Üretenlerin kıymetini bilmiyoruz.
*
Bu konuyu bu nedenle yazıyorum,
Her mart ayında, yeniden.
Ve yine yazacağım,
Her mart ayında yeniden.
Yorumlar kapalı.