Yeşil Bursa’ya İlk Seyahatim(2)

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

tyc

Bursa’ya giriş Duaçınarı’ndan başlamıştı. O yıllardaki sokak ve caddeler, kimi yerleri Arnavut kaldırımı kimi yerleri de parke taşlıydı. Evlerin çoğu tek katlı ve bahçeli idi. Şehir merkezine yaklaştıkça iki katlı evler çoğunlukta olup üç katlı evler ise ender görünüyordu. Bu evlerin çoğu kerpiçten ahşap olup, yığma tuğla olan kâgir binalar ise lüks sayılırdı. Sokak ve caddeler bu-günkü gibi çok katlı, beton yığınlarına henüz teslim olmamıştı.

O zamanlar Ankara Caddesi henüz açılmamıştı. Bu yolun aşağısı sebze ve meyve bahçeleriyle doluydu. Otomobilimizin yol güzergâhı Kurtuluş Caddesi devamında, çarpmamak için çok ağır geçtiğimiz Tatarlık Köprüsü ve bu köprü altındaki su ile çalışan un değirmeni çok ilginç gelmişti bana.

Bu ilk yolculuğum Çancılar’daki Abdi Ağa’nın Hanı’nda son bulmuştu. Muavin “Geçmiş olsun beyler” derken, bir taraftan da arabanın tepesinde bulunan bagaja çıkmak için arkada sabit olan merdiveni kullanıp, eşyaları sahiplerine vermek için acele ediyordu.

s.115

                       Kozahan

Babam da koza küfelerini teslim alıp, kiraladığı at arabasıyla Koza Han’a götürüp hemen satmış olacak ki, fazla beklemeden boş küfelerle geri dönmüştü. Sabah kahvaltısı olarak handa yediğimiz francala ekmeğin, beyaz teneke peynirinin tadını hâlâ unutamıyorum.

Handan ayrılıp Uzun Çarşıya geçtiğimizde o ahşap dükkânların önünde satılmak için müşterilerin beğenisine sunulan yiyecekleri izlerken kendimi alamıyordum. Bizim gibi Bursa dışından gelenler, yeni giysileriyle ve farklı bakışlarıyla hemen belli oluyordu.

s.116

Karikatürist Tayfur Şapolya’nın Albümünden

 

O sırada kılık kıyafeti çok tuhaf olan, al yanaklı, kırmızı kalın dudaklı tombul genç bir bayan,  sürmeli gözleri ve abartılı makyajıyla bana çok komik gelmişti. Omzundaki davula arada bir vurup, etrafına sebepsiz gülüşleriyle bakarak bir taraftan da laf atıyordu. Onun yanından geçerken  bana “Isırırım haa!..”demesiyle babama sığınmam bir olmuştu.

Babam da “Korkma oğlum o zararsız insandır. Ona ‘Deli Ayten’ derler, bir şey yapmaz” demesiyle bu kez onun bu haline çok üzülmüştüm. Ne zaman Bursa’ya gelsem hep onu görmek isterdim.

Her türlü esnaf ve sanatkârın bol olduğu Bursa’nın sıcakkanlı ve tatlı dilli olan bu insanları, müşterilerini hoşnut etmesini de biliyordu. O zamanlar güven denilen kavram insanlar arasında yaygın olup, esnaf müşterisine, müşteri de esnafa inanırdı. Çek ve senet ne kelime, sözler teminattı. Vade farkı, gecikme faizi yoktu.

Günlük yaşamda sevgi ve saygı ön planda gelirdi. Bursa’yı dolaşırken, en çok dikkatimi çeken ve sıkça rastladığımız seyyar satıcılar,  her türlü görüntüleriyle çarşının renkli simalarıydı.

Atatürk Caddesi’nde ise fayton arabaların çokluğu, otobüs, taksi gibi vasıtaların da azlığı dikkat çekiyordu. Yolun karşı tarafına geçip postanenin yanındaki Adem Baba’nın lokantasında, kuru fasulye ile pilavını, turşu-suyunu, tahinli pekmezini öğle yemeğinde yemek o gün kısmet olmuştu. Babam hesabı öderken, yediğimiz üççeyrek ekmek bedeli hesaba ilave edilmişti. O zamanlar lokantalarda ekmek ücrete tabi olup, su ise bedava idi.

Karnımızı doyurduktan sonra, Tayyare Sineması’na gelmiştik. Bursa’nın Şehir Kulübü de aynı binada bulunuyordu. Akrabamız olan Fuat Baytaş burada çalıştığı için ona uğramıştık. Bize ikramda bulundu. Babam çay içerken ben de Uludağ Gazozu içmiştim. Herkesin bulup da içemediği bu meşrubatı ilk kez burada içerken çok sevinmiştim.

Oradan ayrılıp, Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’na yaklaştığımızda ön camın üstünde ‘YEŞİLÇEKİRGE yazısı bulunan kırmızı belediye otobüsüne “Bu nasıl yeşil çekirge?”diye de gülmüştüm.

İnegöl Köftecisi’nin önüne geldiğimizde, ulu çınar ağacındaki asılı beyaz kartona herkes bakıp okuyordu. Bizim de dikkatimizi çektiğinden bende okumuştum. Meğer bu yazı, o gün Heykel Meydanı’nda idam edilen kişiye ait bilgileri içeriyormuş. Okurken o kadar çok etkilendim ki, anlatamam. İdamın, o sabah çok erken saatlerde Heykel Meydanı’nda herkesin gözü önünde gerçekleştiğini öğrendiğimde çok tuhaf olmuştum. İçimden bir ses“Bu hayattan bile bile ölüme gitmek kadar korkunç ne olabilirdi ki ?”diyordu.

Burada fazla da eğlenmeyip oradan vilayete doğru geçerken, kavşağın tam ortasında yuvarlak beyaz bir varil içindeki beyaz kolluklu bir polis memurunun yardımıyla Heykel tarafına geçmiştik.

Atatürk’e ait böyle büyük bir anıtı ilk kez gördüğümde heyecanlanıp, çok duygulanmıştım. Minicik yüreğimle de Türkiye Cumhuriyeti’ni kurup bizlere emanet eden başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu uğurda canlarını feda eden şehit ve gazilerimize şükranlarımı oracıkta sunmuştum.

Hatta bu anımı seyyar fotoğrafçılara babamla birlikte resim çektirerek ölümsüzleştirmiştik. Ne yazık ki onu muhafaza edemeyip, kaybettiğimden dolayı kendimi suçluyor, hem de çok üzülüyorum. Heykelin bahçesinde otururken çevreyi inceliyor, gelene gidene de bakıyordum. Bir ara bulunduğumuz yerden o muhteşem görüntüsüyle, cami ve yeşil renkli türbenin bulunduğu semtin Yeşil olduğunu babam söylemişti.

Oradan ayrılırken “Yalova’ya vapura!”diye bir ses ağır çekimde tekrarlanıp dururken, diğeri de  “Danya! Danya!”(Mudanya) diyerek müşteri arıyordu. O yıllarda Bursa’nın otogarı olmadığı için, her ilçenin bir hanı ya da oteli olurdu. Vasıtaları da bu mekânlardan kalkıp hareket ederdi.

Setbaşı Köprüsü’ne geldiğimizde;  Babam,  “Bak oğlum! Canından bezip, hayattan umudunu kesenler kendilerini bu köprüden aşağıya atıyorlar işte” deyince çok korkmuştum. Buradan Temenyeri’ne bakıp büyük çam ağaçlarını ve o güzelim yerleri izlemek, ortasından akan Gökdere’nin  şırıltısını dinlemek, ünlü mekânlardan olan Mahfel’de çaylarımızı yudumlarken korkularımı unutup, her şey sevince dönüşmüştü.  O zamanlar Mahfel’in, dostlukların pekiştiği, muhabbetlerin kaynaştığı merkezi bir yer olduğunu öğrendim.

Vakit epey geçmiş olacak ki oradan ayrıldık. Önce Heykel’e, oradan Yeniyol’a ve takiben Uzun Çarşı’ya geldiğimizde, hayran kaldığım oyuncakçı dükkânların önünden geçerken, babamın aldığı oyuncak ağaç arabaya ne kadar çok sevinmiştim. Çünkü o, satın alınan ilk oyuncağımdı!

Yenişehir’e dönmek için Abdi Ağanın Hanı’na geldiğimizde, bu kez sırada yeşil renkli olan Bedford marka otomobil bekliyordu. Şoförü Cemiyetlilerin Selahattin, muavin de Hüseyin’di. Babam boş olan koza küfelerini muavine vermiş, o da otobüsün bagajına bağlamıştı.

Hareket saati geldiğinde yerlerimizi aldık. Şoförümüz de yerine geçmişti. Muavin elinde demir çubukla ön tarafa geçip, büyük bir güçle kolu zorda olsa çevirdiğinde otobüsümüz çalışmaya başlamıştı.

Ilık bir yaz akşamında Bursa’ya veda ederken kararan yüreğim, büyüleyici bu muhteşem güzelliklerinden ayrılmak istemiyordu. Bir gün de olsa, sevinç dolu günün ardından hüzünlü bir yolculuk, gecenin karanlığında rüya gibi gelip geçmişti. Ancak Sondurak Garajı’nda muavinin: “Buraya kadar beyler” uyarısıyla kendime gelebilmiştim.

Yıllar geçse de anılarla yaşamak ve onları yaşatmak ne güzel bir şeymiş meğer!..

 

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Yeşil Bursa’ya İlk Seyahatim(2)
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.