Bundan 4 yıl önce Ülkemizin Kurucusu ve Kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, bir şirket tarafından Atatürk’ün değerini ortaya koyan bir sloganla Atatürk’ün ölümüne olan üzüntüleri belirtilmiş ve “Olmasaydın Olmazdık” denilmişti.
Her yıl daha da katlanarak artan özlem ve yitip gitmesine duyulan üzüntünün yaşandığı bir 10 Kasım gününde, bu ilandan bir sene sonra 10 Kasım 2013 tarihinde, bir dergi tarafından Yeni Akit adlı bir mecrada, Mustafa Kemal Atatürk kast edilerek “Olmasaydı da olurduk. 1881-1938” ilanı verilerek, Atatürk’ün adını zikretme cesareti dahi gösterilmeden, doğum ve ölüm yılları yazılarak, Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret amacı güdülerek küçük düşürücü ve tahkir edici ilan verilmiş; bu ilanı veren derginin sahibinin olaydan bir gün sonra medyaya verdiği beyanlar ve sosyal medya hesaplarından Atatürk’e ağır hakaretler içeren sözleri, birçok fotoshoplu fotoğraflar ile bu ilanda ne amaçladıklarını da açıkça ortaya koymuşlardır.
Her şeyden öte, bugün bağımsız yaşaması, bir ülkesinin olması, bir adının, bir soyunun olması hususunda kendini borçlu hisseden, hiçbir zaman nankörlük etmeyen, kendisine bırakılan bütün önemli değerlerin emanetçisi olarak gören şahsım tarafından bu konuya ilişkin bir suç duyurusunda bulunulmuş, bu sebeple de Sancaktar adlı mecmua ve Yeni Akit yetkilileri yargılanmıştı.
Kendi haline bırakılması gerektiğini her zaman dile getirdiğim Sanık olarak yargılanan bu kişilerden Zekeriya Say, geçtiğimiz günlerde maalesef ismimi kendi köşesinde anmış, çoğunluğu yalan beyanlarla kendi kitlesine yine alışagelmiş beyanları dile getirmiş.
Kasım ayında çağırıldığı Savcılığa aylar sonra, takip eden yılda gelen, gerek yazılı savunmasında gerekse de sözlü savunmasında “kendisinin belirttiğinin aksine” “ben yapmadım o yaptı valla savcı bey/hakim bey, eser sahibi sorumludur” diyen bu şahıs, yazısında bu ilanın arkasında durdum diyerek gerçek dışı beyanda nirvanaya ulaşmıştır.
Diğer bazı yalanlara değinirsem;
Öncelikle duruşma zaptına bakıldığında da anlaşılacağı gibi duruşmaya tek başına katıldım, şahsın belirttiği gibi başkaca “cübbeli” avukat ya da bir kalabalık yoktu. Duruşma adliyede el ayak çekildiği bir saatte öğle arasında gerçekleşti. Duruşma günü işleri nedeni ile tesadüfen Adliyede bulunan Avukat olan eşim ve bir Avukat arkadaşım dışında da duruşmayı izlemeye kimse girmedi. Bu kişiler de zaten bir şeyin eskisi olacak yaşta olmayan benim yaşlarımda kişilerdi.
Yani ortada bir kalabalık olmadığı gibi, bu kişi de duruşmaya çok önce gelmemiş, son dakika avukatının arkasına saklanarak gelmiş ve yukarıda da belirttiğim gibi bahse konu ilanın arkasında durması bir yana hakim karşısında suçu başkasına atarken, ceza alacağına o kadar inanmıştı ki, erteleme hükümlerinin uygulanmasını da talep etmiştir. (Duruşma zaptından da açıkça görüleceği üzere).
Şahsın anlattıkları arasında tek doğru olan sanırım, benim genç ve uzun boylu olmam. Demek ki saatin doğru gösterdiği zamana denk gelmiş. Bir de yakışıklı olduğumu söylemeyi unutmuş ama.
Hayal aleminde yaşayan ya da kasten gerçek dışı beyanlarda bulunan bu şahıs, etrafımda bir sürü Kemalist teyzelerin olduğunu, yaşlarının da 70, 80 civarında olduğunu belirterek, bir de bazısının yakamı düzelttiğini, bazısının da yanağımı okşadığını söylemiş, bu kadar da olmaz denilecek bir seviyeye getirmiş olayı. Akit’de sınır yok ama bunu unutmuşum.
Neyse koridor oluşturulması, içeriye giren hınca hınç kalabalık falan tabi ki yine doğru değil, ama gayet başarılı bir hayal gücü, valla özendim.
Bu arada, elimdeki dosyayı hakime uzatmadım, 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlara İlişkin Kanunun “gerekçesi” yani bu kanun maddelerinin neden ihdas edildiğine (Prof. Dr. Ernst Hirch yazmıştır) dair çıktı ile duruşmalara müdahil olmam ve karşı tarafın cezalandırılmasına ilişkin emsal bir kararı, teamüle uygun şekilde “dosyasız” olarak Mahkeme’ye sundum.
Zaptı okuduğunuzda yalan olduğunu anlayacağınız üzere, Hakim bana hangi sıfatla müdahil oluyorsunuz demedi, ben de yazıda bahsedildiği şekilde amatörce “Atatürk’ün evladı sıfatıyla” diye cevap vermedim. Tam da mahkemeye sunduğum kanun gerekçesinde gayet teknik bir şekilde açıklandığı gibi; “Türk Milletinin tamamının suçtan zarar göreceği” ni belirterek “Atatürk’ün mirasçısı” olarak dedim. Kaldı ki Atatürk’ün evladıyım böyle de cevap verebilirdim. Yazıdaki bu hususu da düzeltmemdeki amacım, şahsın hayal gücünü iyice anlamanızı sağlamak.
Savcı kesinlikle “Atatürk’ün Savcısı’nın olduğu yerde Atatürk’ün evladı…” falan demedi, zılgıt da yok ortada, keşke bu şekilde cevap vererek böyle zılgıt çekecek bir savcı olsa sabaha kadar zılgıt yerim o da ayrı. Kaldı ki beni tanıyanlar mahkeme salonunda zılgıt çekenin kesinlikle hakim/savcı olmayacağını de iyi bilir bu da ayrı..
Şahıs kendine mürteci demiş, malum olmuş herhalde tabi ki kendi yorumudur; fakat karar verilirken dumura uğrayan ben değildim, sesi soluğu kesilen de ben değildim, bu kısmı gerçek dışı beyanla anlatması iyi olmuş ama bir anlamda..
Hukukun, guguk olduğunu söylememizin sebebi, adliyeyi ele geçirenlerin yaptıklarıdır. Yeni Akit’in Fetö’den alınan gazetecisi de bu arada unutulmamalıdır.
Mahkeme Savcısının görüşü nedir bilmem, fakat şunun biliyorum ki, bu Savcı Sümeyye Erdoğan’a suikast yalanını ortaya çıkaran, mesajların sahteliğini ortaya koyan ve hukukun üstünlüğü savunduğunu iddia edenler tarafından sürülen bir Savcı.
Son olarak, insani bir ricam var, bir daha o köşede ne hukuk yaz ne de adımı abdestsiz ağzına al.
Çok zor ama bir sefer de gazetecilik yap.