Küçüklüğümden bu yana memleket meselelerin hep içinde, hep bunların konuşulduğu ortamlarda oldum. Bundan sebep de mücadele etmeyi ama sonucu ne olursa olsun mücadele etmeyi öğrendim.
Çevreme, arkadaşlarıma, meslektaşlarıma, yetiştirdiğim stajyerlerime de hep bunu söyledim, istedim: Haksızlıkla, hukuksuzlukla mücadele her ne olursa olsun mücadele edin!
O yüzden, yanlış gördüğüm şeyi her zaman söyledim, hukuka aykırı bir şey gördüğüm zaman bunun hesabını sordum, dilekçeler yazdım, davalar açtım. Yeri geldi polise karşı koydum, faşizme karşı koydum. Ne için? Memleketim için, ülkem için, halkımız için!
Bu mücadeleyi yaparken, eşim, ailem, sevdiklerim de hep yanımda oldu. Bir an geldi, o an işte yaşadığımız bu an, düzensizlik, hukuksuzluk artık gırtlağımıza kadar geldi. Hırsızlık, yolsuzluk hepimizde tahammül sınırlarını zorladı. İşte o günlerde eşim, ailem, arkadaşlarım, sevdiklerim de girmeye başladı mücadeleye. İşte baskı rejimi ile ancak böyle mücadele edilirdi. Bir şeyler olmaya başladı dedim, ülkenin geleceği için umutlanmaya başladım.
Ama beni en çok umutlandıran 50’li yaşlarının ortalarında olan annemin ülkenin gidişatına yeter demesiydi.
Ailesi, şimdi Makedonya sınırlarında olan bir zamanların vatan toprağı Manastır’dan göç etmişti. Yaşadığı yeri kaybetmiş, bu sebepten de hep vatan sevgisi, millet sevgisi ile büyütülmüştü. Vatanın ne olduğunu bilen, yaşadığı toprakları kaybetmenin, sömürgeciliğin, emperyalizmin ne olduğunu yaşayarak öğrenen bir ailenin çocuğuydu. Osmanlının son zamanlarındaki bitmişliği, sömürülmüşlüğü, çaresizliği görmüş; buna karşın Kurtuluş Mücadelesinin ne olduğunu iyi bilen bir ailenin çocuğuydu. Büyük kurtarıcı Atatürk ile büyütülmüştü. Cumhuriyet değerleriyle… O kötü günler, işgal günlerinden çıkaran kurtarıcıya da, onun kurduğu rejime de hayran bir ailenin çocuğuydu.
Başta babası olmak üzere aileden siyasetçi çok çıktığı için siyasi bir bakış açısı da vardı ama tecrübesi pek yoktu annemin. Hep “Rumeliler yönetici olur, milletvekili, Başbakan olur. Atatürk de Rumeliliydi” derdi bana. Anneannemlerin ve dedemlerin de tıpkı Atatürk gibi Karaman göçmeni olduğunu da ekleyerek.
Baktı biz üniversiteye gittiğimizden beridir, her türlü haksızlığa, kötü yönetime, emperyalizme, hırsızlığa, yolsuzluğa, talana, ranta karşı gaz, cop, polis, Toma demeden yürüyoruz, her türlü hırsızlığa, yolsuzluğa kafa tutuyoruz, devleti sömürenlere, devletin dış güçlerce sömürülmesine göz yumanlara, devleti içten içten yiyip bitirenlere, halkı sömüren, silindir gibi geçenlere karşı çıkıyoruz, YETER! dedi YETER BRE! Ben evde oturamam. Öyle kenarda, köşede de duramam. Merkezinde, tam dibinde, mücadelenin en önünde olmalıyım, sizlere omuz vermeliyim, bayrağı, mücadele bayrağını taşıyan olmalıyım dedi ve o bayrağı aldı.
İşte bu YETER, bana yeter! Neden mi? Burada anlattıklarım bizim kimliklerimiz değil, bizler değil. Burada anlatılan olaylar gerçek fakat şahıslar diyelim faraziye. Burada anlatmak istediğim şu.
Türkiye’de her gün gözlerimizi yeni bir gündemle açıyoruz, yeni bir skandalla uyanıyoruz. Bu yaşadığımız şehirlerde, mahallerimizde, hatta sokağımızda dahi böyle. Gün geçmiyor ki bir hukuksuzluk olmuyor. Ülkemiz bir hukuk devleti gibi değil adeta bir kabile devleti gibi günlük ve şahsa bağlı politikalarla yönetiliyor.
Bir sabah kapınızda polisle uyanıp her an gözaltına alınabilirsiniz bu ülkede. Ya da ölebilirsiniz yolda yürürken dahi. Ya da bir inşaatta ya da bir madende. Ekmek almaya giderken öldürülebilirsiniz mesela Berkin gibi. Her gün yönetenler sizi iter, kakar, televizyonlardan size hakaret eder, küfreder.
Halk perişandır, sizler perişan. Otobüsün egzoz dumanının sıcaklığı ile ısınan çocuğu gördünüz değil mi? Ya da her yerde, sayıları sürekli artan dilenen, sokakta yatan mağdur vatandaşlarımızı? Kişi başına düşen milli gelir 12.000 Dolarken evine et, bırakın eti ekmek götüremeyen işçiyi, köylüyü, memuru, esnafı? Görmediyseniz eğer hala, uzun zamandır bakmadınız demek ki aynaya? Bu tabloyu değiştirmek için bir an durup bir YETER demeniz yeterli işte! Yaşınız annem gibi 55 de olabilir 25 de. Tutun bayrağın bir ucundan. Ne katkınız olursa olsun ama bir desteğiniz olsun.
Eğer ki Türkiye’de milyarca dolar birilerinin cebine giriyor ve kimse ses çıkarmıyorsa yazık hepimize. Birileri 700.000 Dolarlık saat takıyorsa, birileri ikiz üçüz hatta dördüz villalarda otururken sizlere sadece ikiz üçüz hatta dördüz bebek doğurun da sisteme daha fazla köle yetişsin diyor ve bizler susuyorsak yazık! Yargı bağımsızlığı yoksa hukuk güvenliği yoksa ekonomi her geçen gün kötüye gidiyor, vatandaş her geçen gün daha da muhtaç oluyorsa ve yine ses çıkarmıyorsak yazık bize. Türkiye’de her gün bir kadın ölüyor. Her gün bir iş kazası… Yırca’da 6.000 ağaç kesiliyor, Gezi’de, Validebağ’da, Çaldağı’nda ağaçlar sökülüyor doğa tahrip ediliyor, yeşil alanlar birilerine peşkeş çekiliyor ve ses çıkarmıyorsak yazık bize. Her gün binlerce işletme kapatılıyorsa, binlerce kişi işsiz kalıyorsa, milyonlarca kişi işsiz geziyor, on binlerce öğretmen atama bekliyor ve biz sessiz kalıyorsak yazık bize. İslam dinini ilk kabul eden Müslümanlardan, sahabeden Ebu Zer “Evinde ekmeği olmadığı halde kılıcını çekip de sokağa fırlamayan Müslüman’ın aklına şaşarım” der. Kılıcını değil tabi ki, vicdanını al; hatta sokağa da çıkma da bir şekilde sesini çıkar ey hemşerilerim, yurttaşlarım.
İşte bu yüzden, ülkemiz daha güzel olsun diye, haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı çıkmak için yaşın ne olursa olsun, işin, uğraşın ne olursa olsun, nerede bir haksızlık görürsen karşı çık ve ülken için duyarlı ol.
Son olarak,
Hep anneler babalar mı çocuklarını takdir edecek? Ben de annem nezdinde tüm mücadele kadınlarını, anneleri, babaları, gençleri, işçileri, çiftçileri, esnafı, memuru, işsizi; bu uğurda yitip gidenleri mücadelelerinden dolayı takdir ve tebrik ediyorum. Aydınlık, özgür, adil, ilerici bir Türkiye için mücadele edenlere şükranlarımı sunuyorum ve diyorum ki, YOK MÜCADELENİN YAŞI, EĞER YURTSEVERSEN!
Yorumlar kapalı.