Belirsizlik, bireylerin, şirketlerin veya devletlerin gelecekte ne olacağını kesin olarak öngörememesi durumudur.
Bu; politik istikrarsızlık, savaş, salgın, seçim belirsizliği, ekonomik kriz, hatta teknolojik dönüşüm gibi birçok nedenden kaynaklanabilir.
*
Belirsizlik artık hayatın geçici bir misafiri değil, kalıcı bir sakini haline geldi.
Sabah başka bir haberle uyanıyor, akşam bambaşka bir gündemle uyuyoruz.
İnsanlar “yarın ne olacak?” sorusuna yanıt bulamıyor; çünkü bu sorunun cevabını verebilecek kimse kalmadı.
Kurumlar, yöneticiler, hatta medyanın kendisi bile belirsizliğin içinde savruluyor.
*
Ama asıl mesele, belirsizliğin kendisi değil. Mesele, bu belirsizliği kimin ürettiği ve kimin bundan beslendiği.
Toplumlar, yönlendirilmeye en açık oldukları anlarda en çok korktukları şeyle, belirsizlikle karşı karşıya kalırlar.
Çünkü belirsizlik, hesap veremeyenlerin, sorumluluk almayanların sığınağıdır.
Her şey “karmaşık”, “zaman gösterecek”, “şartlar değişti” denilerek ötelenir.
Oysa bu karmaşanın kazananı hep bellidir: güçlü olan, bilgiye sahip olan, yönlendiren.
Vatandaş ise o sırada sabırsızlıkla bekler. “Bir açıklama yapılacak” denir, “düzeliyor” denir, “sabredin” denir…
Fakat hiçbir şey değişmez. Çünkü belirsizlik, bir yönetim biçimine dönüşmüştür. İnsanları kararsız, endişeli ve sessiz tutmanın en etkili yolu budur.
Ekonomideki dalgalanmalar, eğitimdeki sürekli değişen sistemler, kültürel alandaki yönsüzlük…
Hepsi aynı sorunun yansımalarıdır ve belirsizlik artık bir sonuç değil araçtır.
*
Ancak unutmamak gerekir: Belirsizlik sadece tepeden yaratılmaz; aşağıdan da beslenir.
Gerçekle yüzleşmekten kaçan, “nasıl olsa birileri çözer” diyen toplumlar da bu sisin içinde yaşamayı kabullenir.
Kısacası, belirsizlik bir kader değil, alışkanlık haline gelmiş bir rehavetin sonucudur.
Belirsizlikle mücadele, bilgiyle, şeffaflıkla, sorgulamayla olur.
“Ne olacağını bilmemek” insani bir durumdur; ama “ne yapacağını bilmemek” toplumsal bir zaaftır.
Belki de en tehlikeli belirsizlik, yarın değil; bugünü bile görememektir.