Yakın zamana kadar Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin en saygın kurumlarından birisi idi.
“İdi” diyoruz. Zira 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişiklikleri sonrası bu saygın kurumu da yok etmeyi becerdiler. “Yetmez ama evet” diyenlerin bu konudaki “katkılarını” asla unutmamak gerekir.
1950-60 arasında süren Demokrat Parti diktatörlüğüne karşı 27 Mayıs Anayasasının getirdiği en önemli kuruluşlardan birisi Anayasa Mahkemesi, diğeri ise Cumhuriyet Senatosu idi.
Cumhuriyet Senatosu, lider sultasına karşı emniyet spabı işlevi görüyordu. Ne yazık ki 12 Eylül darbesi Cumhuriyet Senatosunu yok etti.
Anayasa Mahkemesi 12 Mart darbesinde kısmen, 12 Eylül darbesinde de tamamen devre dışı bırakıldı. O dönemlerde ülkemizde demokrasi cinayetleri işlendi. Bunun dışındaki dönemlerde yüce mahkeme çok önemli işlevler gördü. Bu nedenle siyasi iktidarlarca hiç sevilmedi. Ellerinden gelse Anayasa Mahkemesini kapatacaklardı.
Turgut Özal, yüce mahkemeye unutulmaz bir “kazık” atarak hukukçu olmayan Haşim Kılıç’ı bütün kuralları çiğneyerek Anayasa Mahkemesine atadı. Yaşının genç olması nedeniyle yıllarca bu görevde kalacağı belli idi. Görevde kalmakla yetinmedi. Sonunda mahkemenin başına gelmesini de bildi.
Kendi çıkarları açısından en “akıllı” davranan ise AKP iktidarı oldu. 12 Eylül 2010’da halk oylaması ile kabul edilen anayasa değişiklikleri mahkemenin yapısını bir daha kolay kolay değişemeyecek şekilde bozdu.
AKP iktidarı yaklaşık 3,5 yıl özlediği Anayasa Mahkemesinin sefasını sürdü. TBMM’den geçen antidemokratik yasalar anında Çankaya köşkünde onaylanıp yürürlüğe giriyor açılan iptal davaları ise reddediliyordu. Mevcut Cumhurbaşkanının görev süresi ve yeniden seçilip seçilemeyeceği dışında istisna hemen hemen olmadı. Taa ki AKP cemaat kavgasına kadar.
Haşim Kılıç’ın yasadışı İBDA-C ile ilişkilerinin 6 yıl önce ortaya çıkması AKP’yi hiç etkilemedi. AKP kapatılmaktan hukukçu olmayan Haşim Kılıç’ın oyu ile kurtulmuştu. AKP cemaat kavgası başladıktan sonra AKP’yi destekleyen İBDA-C, Haşim Kılıç’ın bu örgütün lideri Mirzabeyoğlu ile çekilmiş fotoğraflarını yayınlayıverdi.
Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesinin 52. kuruluş yıldönümü töreninde Haşim Kılıç devletin zirvesi denilen kişilerin önünde AKP iktidarının uygulamalarını eleştirdi. Bozuk saat tesadüfen doğruyu göstermişti. Kıyamet koptu. İktidar partisi Kılıç’ın geçmişteki büyük “hizmetlerini” unutuverip saldırıya geçti. Muhalefet partileri için de Haşim Kılıç bir anda “demokrasi kahramanı” oluverdi.
Tartışmanın odağına Anayasa Mahkemesinin Twitter yasağına karşı aldığı iptal kararı oturdu. Siyasal iktidar bireysel başvuru hakkının iç hukuk yolları tüketilmeden kullanıldığını ve mahkemenin sınırlarını aştığını iddia ediyordu. Mahkeme ise alınan karar için iç hukuk yollarının tüketilmesini beklemeye gerek olmadan da karar verebileceklerini iddia etti.
Aslında Twitter yasağı yürümeyen boş bir karardı. Fiilen işlemiyordu. Anayasa Mahkemesi bir kahramanlık hikayesi yaratmıştı.
Aradan geçen 1 hafta içinde Türkiye bu tartışmalar yanında 1 Mayıs kutlamaları için Taksim meydanına çıkılıp çıkılmayacağını tartışmaya başladı. Bu arada Anayasa Mahkemesine 1 Mayıs’ta Taksim’de kutlama yapılmasının önünün açılması için avukat Sedat Vural tarafından bireysel başvuru yapılmış ve acilen karar verilmesi gerekiyordu.
Kutlamaya 1 gün kala Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için yapılan bireysel başvuruyu oy birliği ile reddetti. Ret gerekçesi ise ilginçti: İç hukuk yollarının tükenmemiş olması.
Bir mahkemenin “yüce” sıfatını kazanması için onun en üst düzeyde mahkeme olması yetmez. Aldığı kararların adaletin şaşmaz terazisinde her zaman aynı hassasiyet ve doğrulukla tartılması gerekir. Zira bu mahkemelerin kararları içtihat özelliği kazanıp yasa yerine de geçebilir.
Anayasa Mahkemesinin kararları bu mahkemeye sızdığı iddia edilen bazı yargıçların iktidar ile cemaat arasındaki ilişki ve kavgaların seviyesine göre ayarlanmaz. Anayasa Mahkemesi Türkiye Cumhuriyetinin temel kurallarını koruyup kollayan yüce mahkeme görevine dönmelidir. Laiklik olmadan cumhuriyet olmaz. Laiklik vurgusu yapmayan, laiklik ilkesine sahip çıkmayan, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” bir partinin atadığı yüce mahkeme olamaz.
“Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” siyasi parti tarafından atanmış mahkeme üyelerinin iktidar ya da cemaatten bağımsız kararlar vermesini beklemek fazlaca hayalcilik olur.
İktidarların her türlü baskısına direnebilen mahkemeleri özlüyoruz.
Yorumlar kapalı.