“Beklemeye razıyım, ümidim olsun yeter.”
Senin gerçeklikten koptuğun anlaşılıyor. Neden bekliyorsun? Akşama dönerim mi dedi? Umreye mi gitti. Salaklığın anlamı yok! Giden dönmez; bekleme boşuna.
Dönse bile farklı döner, yanlış döner. “Ah, keşke dönmeseydi!” dersin. Marmara çırası gibi yanarsın.
Seni boynuzlamadığını nereden biliyorsun? Sen hala “Samanlık seyran olur.” diye mi aldanıyorsun. Geç bunları geç. Önceden de böyle şeyler yoktu; şimdi hiç yok.
Sana bir şey söyleyeyim mi?
Biraz onurlu ol! Sana değer verseydi ya da sen değerli olsaydın gitmezdi. Beni daha fazla oyalama; ne halin varsa gör!
*
“Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz o ağacın altını bilmem hatırlıyor musun? O güzel günler için şimdi yanıyor musun?“
O ağacın altını şimdi ne yazık ki hatırlamıyorum. O güzel günler için yanamıyorum; çünkü o ağacı kestiler. Yanında yöresinde ne kadar ağaç varsa onları da kestiler. Kesemediklerini de yaktılar.
Şimdi buralarda yeşil yok, mavi yok, sarı yok, tertemiz hava yok, kuşlar yok, tavşanlar yok, keklikler yok. Altın avcıları var, TOKİ var, beton var, iş makineleri var, hırsızlar var, rantçılar var, mafya var.
Her şey var ama ağaç yok; çünkü emek yok, direnme geleneği yok, cesaret yok.
“Üzülme sen meleğim, gün olur kavuşuruz!”
İnşallah! Haydi bakalım göreceğiz. Hep böyle söylüyorsun ama icraat yok, gayret desen hiç yok.
O ağacın altına gelmiyorsun, çeşme başından geçmiyorsun, yağmurda ıslanmıyorsun, dağlara çıkmıyorsun, yel olup esmiyorsun, gürlüyorsun ama yağmıyorsun, bana çiçek yollamıyorsun, af edersin ama kıçını hiç kaldırmıyorsun.