29 Ekim 1933. Kâmil Ağa’nın Kahve Önü. Cumhuriyet’in 10. Yıl Kutlamalarında Hacı Tahirağa Mektebi’nin Etkinliği.
Çizgi içinde olan Müstecip Onbaşı.
Onun dışında belirlenebilenler ise: Ahmet oğlu İsmail Kocatürk (Orhaniyeli), Arabacı Topal İbrahim, Öğretmen Mustafa Nuri Günal (Diliçıkık), Öğretmen Şevki Bey, Kavaf Şükrü Özyıldırım (Fatin Hoca) (Fotoğraf kaynağı: Cevat Günal
Şanlı tarihimize destanlar yazdıran ecdadımızın Çanakkale Savaşları’ndaki zaferinin çok önemli kahramanlarından Gazi Müstecip Onbaşı’yı anma törenleri her yıl 19 Eylül “Gaziler Günü”nde köyü Orhaniye’de yapılıyor.
Daha önceleri böyle anmaların yapılmadığından yakınan Orhaniyelilerin, son yıllardaki önemsenmeden mutlu oldukları gözlerinden okunuyor. Bu kahraman gazinin manevi şahsiyetine yakışır şekilde düzenlenen törende davetlilere gösterilen sıcak ilgi ve hizmette bunun göstergesi oluyor.
Rahmetliyi, 1953 yılında Tahirağa İlkokulu’nun düzenlediği böyle bir günde görmüştüm. Orta boylu, tıknaz, zindeliği her halinden belli idi.
Anılarını anlatmak üzere önce biyografisini sunan okul müdürümüz İbrahim Tarkan ilk konuşmayı Müstecip Onbaşı’ya vermişti.
Şapkası bir elinde, mahcup bir eda, kısık bir ses ile gözlerini bizlerden sakınırcasına, o günleri yaşayarak büyük bir heyecanla anlatmasını hiç unutamıyorum.
Ecdadımızın mucizesini, Çanakkale ve Gelibolu’yu ziyaretlerimden sonra daha da hissederek anlar oldum. Her Türk insanının ziyaret etmesinde yarar umduğum bu yerleri sakınarak ve yaşayarak dolaştığımda, gözlerimin buğulanmasına engel olamıyordum. Oraları anlatmak mümkün değil, ancak yaşamak gerekir.
Yazımızın başında yer alan toplu fotoğraf 1933 yılında çekilmiş. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. Yılında Tahirağa İlkokulu’nun düzenlediği etkinlikte, Yenişehirli Harp Malulleri ve Gazileri bir arada görülüyor.
Kâmil Ağa’nın kahvesi (Şimdi Ziraat Bankası’nın olduğu yer) önünde okulun öğretmenleri ile çekilen bu fotoğrafta Müstecip Onbaşı’yı teşhis eden Araştırmacı-Yazar, İşadamı ve Bursa Kent Müzesi Müdürü Sayın Ahmet Ömer Erdönmez’e teşekkürlerimi sunuyorum.
Orhaniye köyünü Kıbrıs Gazisi Emekli Deniz Astsubayı Kamil Öz ile birlikte ziyaret ettik. 2003 yılında gerçekleşen bu ziyarette İsmail Kocatürk (Müstecip Onbaşı’nın oğlu Mustafa Kılıçaslan’ın damadı) bir süre yanımızdan ayrıldı. Dedesine ait, resimli 05.08.1933 tarihli malullük belgesini getirdi. Resmi karşılaştırdığımızda toplu resimde bulunan dedesini üçümüz de aynı anda belirlemiştik. Sevincimizle birlikte köyü dolaşıp, her iki gazimizin de doğup büyüdüğü evleri ziyaret ettik.
1943 yılında çekilmiş askerlik öncesi bir anı fotoğrafı. Mustafa Kılıçaslan (solda) ve Kâmil Yıldız.
Bu ziyarette onları sanki görüyor olmuştuk. Daha sonra Müstecip Onbaşı’nın kayınbiraderinin oğlu Kâmil Yıldız ile köyün yukarı kahvesinde tanıştık. “Sütbabam” diye rahmetle andığı Müstecip Onbaşı ile ilgili anılarına şöyle başlamıştı:
”Ne hikmettir bilemiyorum. Yıllar sonra sütbabamın aynı alay, aynı tabur ve aynı bölüğüne oğlu Mustafa Kılıçaslan ile asker olarak gitmeyelim mi?” diyen Kâmil Amca gözyaşlarına engel olamıyordu.
Kâmil Amca ile bizi köy kahvesinde İsmail Kocatürk tanıştırdı. Ziyaretimizin nedenini anlattık. Yanımdaki arkadaşın da Kıbrıs Gazisi olduğunu öğrenince: “Ne mutlu be yavrum, bu şeref herkese nasip olmuyor işte” diyerek memnuniyetini nemli gözleri ile onayladı.
Anılarına başlamadan önce, gösterdiğimiz ilgiye teşekkür eden Kâmil Amca’nın bütün anlatımlarını hiç atlamadan not alıyorduk:
“Rahmetli sütbabamı köyde yoksul olduğu için babam yanına alıp halam ile evermiş. Bir oğlu, iki de kızı olmuş. Oğlu Mustafa akranım olup, sütkardeştik. Çok da iyi anlaşırdık. 1945’de birlikte Susurluk’a askerlik görevimizi yapmaya gittik. Aynı bataryada (bölük) olup, aynı koğuşta kalmıştık. İlk gün fark etmemiştik ama koğuş kapısındaki (Ferhatoğullarından Necip oğlu Müstecip Onbaşı) yazısını gördüğümüzde ikimiz de hayrete düşmüştük. Meğer yıllar sonra sütbabamın askerlik yaptığı ve yattığı yerde bulunmanın heyecanını yaşıyor, inandırıcı olamayız diye kimseye hiçbir şey söyleyemiyorduk. Bir gece dersinde, batarya komutanı Kenan Bey, Çanakkale Zaferi’ni anlatırken, koğuşa adı verilen sütbabamın da kahramanlığından bahsediyordu. Bir ara elimde olmayarak derse müdahale ettim. Komutanın anlattıklarına sütbabamdan dinlediklerimi de ekledim. Ben anlattıkça başı ile evet dercesine beni onaylıyordu. Başta komutan olmak üzere tüm batarya zevkle dinliyordu. Sözüm bittiğinde kim olduğumu sordu. Mustafa ile birlikte çocukları oluyoruz dedim. İçimizdeki heyecanı dile getirmenin ve böylesi ulusal kahramanın evlatları olmanın onur ve gururu içindeydik. O andaki halimizi kelimelerle ifade edemeyeceğim. Komutanımız, sütbabamın misafir olarak Susurluk’a gelip, gelemeyeceğini sormamızı istedi. Biz de hemen mektup ile bütün olanları yazıp, gelmesini de özellikle belirttik. Karayolu taburun yanından geçiyordu. O zamanlar vasıta yok gibiydi. Yollar desen şose. Asker yolu bekler gibi sütbabamı bekliyorduk. Bağlı bulunduğumuz bütün birliklerin sütbabamın geleceğinden haberleri vardı. Hatta 9 ncu Batarya Komutanı Üsteğmen Seyfi Akturan Bursalı olup, Namazgâh Mahallesi’ndendi. Babası da Çanakkale’de şehit düştüğü için, özellikle babasını tanıyıp tanımadığını sormak için de ayrıca meraklanıyordu. Mustafa’nın taş ocaklarında görevli olduğu bir gün, otobüsten sütbabam indi. O’nu tanımakta güçlük çekmiştim. Meğer üzerindeki bütün elbiselerin, potin ve şapka dahil emanet olduğunu çok sonra öğrenmiştik. Güzel bir törenle karşılandı. İlk olarak topunu görmek istedi. Komutanlardan biri: ‘Gazim, topunu tanıyabilecek misin?’ diye sordu. Gözyaşlarını tutamayarak, ‘Topumun sol yanında düşman mermi sinin izi vardır. Kendi ellerimle onarmıştım’ diyerek bütün toplara şöyle bir göz gezdirdi. Evlat hasretiyle yanarmışçasına tanıdığı topunu ağlayarak kucakladı. Orada hepimizi hilal şeklinde toplayarak anılarını anlatması dün gibi gözümün önünde. Hatta bir ara nişancı onbaşıya hedefi göstererek nişan almasını söyledi.
Aradan on dakika geçmesine rağmen nişancı onbaşının topu hedefe yöneltememesine üzüldüğünü söyleyerek: ‘Sen nişan alıncaya kadar düşman sizi telef eder’ demişti. Kendisine hedef gösterilmesini istedi. Kendi topu ile bir dakika dolmadan nişanını almıştı. Orada O’nun için en kutsal şey topuydu. Daha sonra oğlu Mustafa ile ben birlikte özlem giderdik. Paşalar dahil herkes oradaydı. Kendisine çok büyük ilgi gösterilmişti. Onunla her zaman iftihar ettik.
Oğlu Mustafa’nın düğünü yapılıyordu. Düğüne o zaman Cumhurbaşkanımız olan İsmet İnönü’yü de davet etmişti. İsmet Paşa gelemedi ama düğün hediyesi olarak gönderdiği 50 lira ile düğünün bütün masraflarını karşılamıştı.
Ancak son yıllarda büyük sıkıntı içine giren sütbabam kendisine Atatürk tarafından armağan edilen altın saati istemeyerek de olsa Yenişehir eşrafından birisine sattı. O andaki üzüntüsünü tarif edemem. O, hiçbir zaman devlete yük olmadan kendi imkânları ile yaşamak istedi.
10 Mayıs 1959’da 68 yaşında iken vefat etti. Keşke sağ olsaydı da kendisine gösterilen saygı ve sevgiye tanık olsaydı” diyerek gözyaşlarıyla anılarını noktalıyordu Kâmil Amca.