Ellili yıllarda Kasaplar Aralığından geçerken, Saraç Ahmet Uysal’ın dükkân komşusu olan Keçeci Nuri Karakaş’ın işyerindeki çalışmalarını görürdüm.
Silindir şeklinde dürülmüş, iplerle bağlı olan hasırı, Nuri Usta ve yanındaki işçisiyle birlikte, sağ ayaklarıyla, ileri geri yuvarlarlarken, iki elleriyle de sağ dizlerini bastırarak, bu şekilde o hasırı dükkânın bir başından diğer bir başına yuvarlarlardı.
Motorlu araçların az olduğu, hayvan koşumlu arabaların ise çokça bulunduğu, at ve eşek gibi hayvanlarında gücünden faydalanıldığı o yıllarda, keçe imalatı yapan sadece Nuri Karakaş Usta vardı. Yanında yetiştirdiği kalfası İsmet Faydalı onun bıraktığı yerden devam etmişti.
Hızla gelişen teknoloji, diğer küçük el sanatlarını nasıl yok ettiyse, keçeci, mutaf, nalbant vs. gibi sanatkârların ekmek kapılarını da sessizce kapatıp, onları da yitirdi.
Yenişehir’in en eski keçecileri olarak Madralı Usta ile Derviş Abdullah Ustayı, Kayhan Çarşısında halen baba mesleğini sürdüren Helvacı Hafız’ın oğlu Mehmet Helvacı’dan yeni öğrendim.
İsmail Usta’nın ise Çınarlı Camiinin batısındaki ahşap dükkânlarda faaliyet gösterdiğini, yanında ise Mustafa Şimşek (Keçeci), Nuri Karakaş ve İhsan Işıkoğlu’nun (Pamukçu) çalıştıklarını, büyüklerimizden duyardım.
Keçeci İsmail Ustanın yanında yetişerek, bu mesleği uzun yıllar devam ettiren Keçeci Nuri Karakaş’ı Esnaf Spor da başkanlık yaptığı dönemlerde daha iyi tanıma fırsatım oldu. Oldukça ağırbaşlı ve sakin görünümlü, ağzından çıktığı lafı ölçülü kullanan, ciddi ve dürüst bir insandı. O nedenle şahsına hep saygı duymuşumdur.
Küçük oğlu Emin Karakaş Y. Doçent Dr. olup, İbrahim Orhan Meslek Yüksek Okulu Müdür Yardımcısı ve Eğitim Görevlisidir. Geçen günlerde Halkbankası önünde ayaküstü konuştuğumuzda, baba mesleğiyle ilgili konuyu dile getirdiğim zaman ilgili bilgileri ağabeyi Ali Osman Karakaş’tan daha detaylı bir şekilde alabileceğimi belirtmişti.
Bende Gündoğan Mahallesi Zafer Meydanı No:11 deki işyerlerinde Ali Osman Karakaş (1953) ile buluşup, babasının keçecilik yaptığı o yılları şöyle dile getiriyordu:
“Dedemler Bulgaristan’ın Osmanpazarı’ndan 1899 yılında göç ederek, Babaeski’ye geliyorlar. Babaeski’de Osmaniye Köyünü 1903 yılında büyük dedem kuruyor. Osmaniye Köyünde öldüğü için, kabri de burada bulunuyor. Hüseyin dedem ise babasının ölümünden sonra 1928 yılında babam henüz 4 yaşında iken Yenişehir’e gelerek Ulucami Mahallesi Mektep Sokaktaki eve yerleşiyorlar. Babam ilkokulu bitirince Keçeci İsmail Usta’nın yanına çırak olarak giriyor. Burada Mustafa Şimşek ve İhsan Işıkoğlu ile birlikte çalışıyorlar. Askerden geldikten sonra da Kasaplar Aralığında Saraç Ahmet Uysal’ın bitişiğindeki dükkânda 1947 de kiracı olarak çalışmaya başladığında, İhsan Işıkoğlu da ilk kalfası oluyor. İlk çırağı ise Ahmet Bingöl (Köstebekçi), İkinci ve son çırağı da İsmet Faydalı (Milli) olduğunu biliyorum. İlkokula gittiğim 60’lı yıllarda fırsat buldukça dükkâna gidip gelirdim. O zamanlar elektrikli aletler olmadığı için, ısıtıcı olarak kullandığımız mangalı her gün meşe kömürüyle yakar işimiz bitinceye kadar mangaldaki ateşi muhafaza etmeye gayret ederdik. Çünkü keçeyi hem döverken hem de pişirirken sıcak su mutlaka lazım olur özellikle de sıcak su kullanılırdı. Diğer aletlerimiz ise kiriş denilen yay ve ağaç tokmağı, hasır, kılcal çul, şiş, süpürge, sabun, ip, makas, çengel, su lengeri, maşrapa vs. idi. Keçenin ham maddesi koyun ve kuzu yünü idi. Yünleri köylüden ve daha ziyade tabaklardan satın alırdık. Onları renklerine göre ayırdıktan sonra, kiriş denilen yayla kabartırdık. Kabartılan bu yünler, şiş yardımıyla eşit oranda ve eşit yükseklikte hasır üzerine yaydırılırdı. Bu işi en iyi babamın yaptığını dükkân komşumuz Saraç İsmail Uysal’dan hep duyardım. Yayılan bu yünlerin üzerine süpürge yardımıyla sıcak su serpiştirilerek ıslatılırdı. Sonrada hasır sıkıca silindir şeklinde dürülerek iplerle de sıkıca bağlanırdı. Sarılan bu hasır iki kişi tarafından, sağ ayakları hasırın üzerinde olmak üzere, aynı anda ileri geri hasırı ezercesine dükkânın bir başından diğer başına 40-45 dakika yuvarlarlardı. Bu işleme keçe dövme işlemi denirdi. Birinci dövme işlemi bittikten sonra hasır açılır, keçenin kenarları düzgün bir şekilde içe doğru kıvrılarak, sıcak suyla tekrar ıslatılıp hasır tekrar silindir şeklinde sarılır, iple sıkıca bağlanır, bu kez de 30 dakika yine ayakla ezilerek ikinci dövme işlemi yapılırdı. Hasır açıldığında parça halinde olan keçeler bu sefer sıcak sabunlu suyla ıslatılarak kılcal çula sarılır, dükkânın en dip tarafında üzeri tahta kapakla kapalı olan 80-90 cm. derinliğindeki çukura girilerek kılcal çula sarılı olan keçeler bilek ve kol yardımıyla ezdirilirken, bir taraftan da döndürülürdü. Bu arada üzerine sabunlu sıcak su da maşrapayla dökülürdü. Bu işleme de keçe pişirme işlemi denirdi. Pişen keçeler çuldan çıkarılır rulo halinde dikine konulur ve soğuk su ile durulanırdı. Suyu süzülen keçeler yukarı asılarak kurutulurdu. Kuruyan keçeler toplanır, bir gün semer keçesi, bir gün kepenek keçesi, diğer gün yaygı keçesi, belleme keçesi, halı keçesi gibi aynı türden keçeler imal edilirdi. Bu işlemler bir gün içinde olurdu. Sabır ve emek isteyen bu işte, alın terinin de çok bol olduğunu özellikle belirtmek isterim. Halı keçesine veya motif yapılacak keçeler için ise birinci dövme işlemi bittikten sonra, kenarları kıvrılan keçenin üzerine önceden kök boya ile mor, kırmızı, yeşil, siyah, eflatun renklere boyanıp evde hazırlanmış motifler, uygun yerlere konur, üzerlerine sıcak su serpilerek tekrar ikinci dövme işlemi ve pişirme işlemleri aynen yapılırdı. Kepenek ise özel emek isteyen bir işlemdi. Kepenek keçesi ikiye katlanıp ortadan kesilirdi. Başlığın yapımı ve yapıştırma işlemleri sabunlu suyla yapılırdı. Burada asla iğne iplik kullanılmazdı. Bulunduğumuz bu dükkânı (Zeytin Pazarı No: 5) babam 1967 de satın alınca, burada da 8-10 yıl keçe imalatı yapmıştı. Zamanla bu mesleğin cazibesi kalmayınca keçeciliği 1975-76 yıllarında bırakıp, çiftçilikle uğraşmaya başladı. Uzun yıllar patates yetiştirip, başta Yenişehir olmak üzere, çevre il ve ilçe pazarlarında patates satarak pazarcılık yaptık. Babamı 80 yaşında iken 2004 yılında kaybettik. Bense hâlâ 45 yıldır pazarcılık yaparak patates satıyorum. Bu işyerimizde de Ziraat Mühendisi olan kardeşim Hatice Karakaş ile birlikte çalışmaktayız. Burada tarımla ilgili her çeşit, tohum, ilaç ve fide satmaktayız. Firmamızın adını da dikkat ederseniz, baba mesleğimizin adını yaşatmak adına Keçeciler Ticaret adını koyduk” diyordu. Nuri Karakaş’ın ilk kalfası olan İhsan Işıkoğlu’nun oğlu Mustafa Işıkoğlu ile İstiklal Caddesindeki işyerinde bir araya geldiğimizde; babasının Keçeci İsmail Ustanın yanında Keçeci Mustafa Şimşek ve Nuri Karakaş ile birlikte çalıştıklarını, Nuri Karakaş Usta Kasaplar Aralığında kendine ait işyerini açtığında ona da kalfalık yaptığını söylüyordu.
İlçemizde keçecilerin son temsilcisi ise Nuri Karakaş Ustanın yanında yetişen Tabakhane Mahallesindeki eski komşularımızdan gece bekçisi Süleyman Faydalı’nın büyük oğlu İsmet Faydalı’dır (1942-2005). İsmet Faydalı çok hatırşinas bir ağabeyimizdi. Ustası Nuri Karakaş Esnafspor’un başkanı iken, kendisi de bu takımın sağ bek mevkiinde oynardı. Mücadeleci bir yapısı vardı. Yenişehir onu Milli İsmet olarak tanırdı. Keçeciliği uzun bir zaman yaptıktan sonra Yesaş’tan emekli olmuştu. Emekli olduktan sonra boş durmayıp hep çalışmıştı. Ömrünün son zamanlarında da süt ineği bakıp mobiletiyle süt satardı. Onun müşterilerinden birisi de bendim. Ne zaman telefon etsem, hiç üşenmeden hazır sütü varsa hemen getirirdi. Çok sevdiğim ve takdir ettiğim bir büyüğümdü. İsmet Faydalı ile ilgili daha geniş bilgileri, halen Bursa da yaşayan kardeşi, Bursa PTT Müdürlüğünden emekli
Ali Osman Faydalı (1952) ile Nilüfer İlçesi Ataevler Spor Tesislerinde geçen ay içinde buluşmuştuk; “Büyüklerimiz ilk mübadele yıllarında Yunanistan’ın Kozana kentinden göç ederek Yenişehir’in Tabakhane Mahallesi Karacaali Sokağındaki evimize yerleşmişler. Dedem Hasan memlekette yoksul ailelere yardım ettiği için, çevresinde de faydalı insan diye anıldığından, 1934 yılında Soyadı Kanunu çıkınca O da Faydalı soyadını almış. Babam Süleyman Faydalı (1910-1986) uzun yıllar gece bekçiliği yaparak Emniyet Teşkilatından emekli olmuştu. Ağabeyim İsmet Faydalı ise ellili yıllarda Keçeci Nuri Karakaş Ustanın yanına çırak olarak girmiş, askere gidinceye dek Kasaplar Aralığındaki dükkânda kalfa olarak çalışmıştı. Terhis olduktan sonra da burada aynı işine devam etti. Nuri Usta Zeytin Pazarındaki işyerini satın alıp taşınınca, burada da çalıştı. Daha sonra bu dükkânın arka tarafında bulunan Mekir Çıkmazı’nda kendi adına çalışmaya başladı. Yanında kalfası Köstebekçi Ahmet Bingöl ile birlikte çalışıyorlardı. Vakit buldukça bende onlara yardımcı olurdum. Keçenin ham maddesi koyun yünü olup, hasır üzerine şiş yardımıyla dengeli bir şekilde serilen yünün sıcak su ile ıslatılarak hasıra sarılıp, ayak gücüyle ezilmesi işlemine keçe dövmek, hasırdan alınan keçenin kılcal çula yayılarak sıcak sabunlu suyla tekrar ıslatılıp, el ve kol gücüyle ezilmesi işlemine de keçe pişirmek denirdi. Ağabeyim keçeyi ekseri sipariş üzerine yapardı. Keçeden semer, yaygı, halı, kepenek, külah, takke, lastik ayakkabı ve çizmelere tabanlık yapılırdı. Sipariş üzere imal edilen bu keçeleri Bilecik, Gölpazarı, Geyve, Söğüt gibi il veya ilçelere gider müşterilere ben bırakırdım. Ekseri müşterimiz o yöredeki semerci esnaflarıydı. Malı işyerlerine teslim eder, parasını da alıp gelirdim. Zamanla semerciler yok olunca, bu mesleğinde geçerliliği kalmadı. Ağabeyimde bu mesleğin son temsilcisi olarak dükkânını kapatarak, Yenişehir Belediyesine ait olan YESAŞ Ekmek Fabrikasına girip, buradan emekli oldu. Emekli olduktan sonra evinde süt ineği bakarak, sütçülük yapmağa başladı. 63 yaşında iken 2005 yılında da vefat etti,” diyordu.
Günümüzde keçeci ve mutaflardan bahsettiğimiz zaman, o da nedir diyenlere ve geleceğe ışık tutması adına bu çalışmalarımı benimsiyorum. Keçeden yapılan çoban kepeneği, kullanan kişinin yorganı gibiydi. Yazın serin olup güneş ve yağmurdan, kışın da sıcak olup kar ve tipiden korurdu. Hatta keçesi iyi pişirilen kepeneklere tüfek saçmasının bile işlemediğini söylerlerdi. Çok amaçla kullanılan bu kepenek, o yıllarda her çobanda mutlaka bulunurdu. Beygir, eşek, deve gibi hayvanlar için yapılan semerlerin alt tarafı keçe ile kaplı olurdu. Semazenler için, mehter takımı için külahlar yine keçeden yapılırdı. Lastik ayakkabı ve çizmeler için tabanlık keçeden kesilirdi. Terleyen hayvanların sırtına belleme denilen yaygı yine keçeden olurdu. Özellikle köylerde motifli halı ve yaygılar kız çeyizleri için çok önceden yaptırılırdı.
Katkılarından dolayı Ali Osman Karakaş’a, Ali Osman Faydalı’ya ve Mustafa Işıkoğlu’na burada teşekkürlerimi sunarken, gelecek sayımızda da Mutafları tanıtmak ümidiyle dostça kalın diyorum.