Eski sobacılardan, ustaların ustası Abdullah Evcil (1920) vefatından önce gerçekleştirdiğimiz söyleşide meslekle ilgili anılarını konuşurken neler anlatmadı ki:
“Bu meslek benim baba mesleğimdir. Babam Ahmet Evcil (1900-1933) burada Tenekeci ve Sobacı olarak anılırdı. Mesleğini Saçlı Derviş Usta’dan öğrenmiş. Derviş Usta’nın dükkânı da Akdümbeklerin İsmail’in olduğu yerdi (Ulucami Sokak No:12). Babam bu ustanın yanında yetiştikten sonra, annemle evlenmiş. Evimiz Ulucami Mahallesi Uzun Aralık Sokak No:15’de idi. Ben bu evde dünyaya gelmişim. Dükkânımız da Çınarlı Camii’nin batısındaki baraka dükkânlarda imiş. Burada tenekecilik ve sobacılık yapmaya başlamış. Burada çalıştığı zamanı bilirim. Daha sonra da İstiklal Caddesi’ndeki dükkânı kiralamış. Bende 6-7 yaşlarında iken babamın yanına gider gelirdim. İlkokulu Tahirağa da okudum. Öğretmenim Diliçıkık Musta Efendi, Baş Öğretmenimiz de Sait beydi. Tatiller de devamlı dükkânda olurdum. Zamanla ondan bu mes- leği iyi kötü öğrendim. Sonra da ortanca kardeşim Kâmil, okul çıkışı fırsat bulduğunda dükkâna gelip, kendince o da bir şeyler yapıyordu. Babam sağlıklı, çok sakin, halim selim bir insandı. Evimizi geçindirecek kadar, kimseye muhtaç olmadan birlikte çalışırdık. 33 ya şında iken babamın ani ölümü hepimizi perişan etmişti. Arkamızda en büyük destek dayım İbrahim Ertorun (Piri Hoca) olmuştu. Annem 32 yaşında dul bir kadın. Ben 13, Kâmil 10, Saffet de 5 yaşında yetim kalmıştık. Dükkânı babamın kalfası olan Ali Kâhya’ya devredip, bende Kalaycı Halil Dıngıl’ın yanına çırak girdim. İki yıl onun yanında çalıştım. 1935 yılında Bursa’ya gidip, Tomruk Önünde iş yeri olan Tenekeci ve Sobacı Pepe Rafet’in yanında çalışmaya başladım. Dükkân komşumuz Sütçü Kara Kâzım’dı. Yenişehir’den Çardakköylü Arabacı Tahir, Kâzım Ustanın yanına arada sırada gelir, giderdi. Bir gün ona, köylerindeki mandırada tenekeleri lehimleyecek biri lazım deyince, Kazım Usta da beni tavsiye edip, bu durumu ustama anlatmış. Rafet Ustamın rızasıyla, bende 1936 yılında Burhanettin Ersöz’ün Çardak Köyü’ndeki mandırasında, aylık 20 liradan 2 ay çalışıp, içinde peynir olan 40-50 tenekenin üst kapaklarını her gün lehimlerdim. Peynirleri Yahudi ustaları yapardı. Bizim ustanın adı Şapalt idi. İmal edilen peynirleri bu köylü olan Arabacı Tahir yaylı arabasıyla Duaçınarı’ndaki buzhaneye götürürdü. Burada işim bittikten sonra İstiklal Caddesindeki 31 No.lu işyerimi kendi adıma açtım. Ortanca kardeşimde okulu bitirip birlikte çalışmaya başladık. Ertesi yıl yine Burha- nettin Beyin Gökçesu Köyü’ndeki mandırasında 3 ay çalışıp, burada da her gün 40-50 teneke lehimlerdim. Bu mandıra da ise peynirleri yine Yahudi olan Davit Usta yapardı. Ahmet Ersöz’de (Zogo) yaylı arabasıyla, Bursa’daki buzhaneye götürürdü. Ben 1941 askere gittim, 1943 te geldim. Kâmil de 1944 te gidip 1946 da terhis olmuştu. 1950 de ikimiz birlikte aynı gün evlenmiştik. Saffet’te askere gidip 1951’de terhis olduktan sonra onu da everip, işleri de ayırdık. 1936 da satın aldığım İstiklal Caddesi’ndeki 31 No. lu dükkânda 54 yıl çalıştım. Yanımda; Demir Karasu, Şevki Ok, Hilmi Aydın, Rüştü Çakın, Kardeşim Kâmil de ise Lütfü Aydın, Ahmet Fidan; Diğer kardeşim Saffet’te de Şükrü Çakın ve Ha- san Danacı çalışmıştı. Bizim dükkânda günde, öğleye kadar 25 tane, öğleden sonra da 25 tane olmak üzere 50 tane soba yapardık. Eskiden kenetleme yöntemiyle montaj yapılırdı. Punto kaynak makinesi çıktıktan sonra işler daha seri oldu. Yassı soba, dik soba, kahvehane sobası, maşinga, mangal velhasıl ne istersen yapardık. Her yere de peynir ekmek gibi satardık. Yenişehir de yağmur oluklarını ilk önce ben yapmaya başladım. Resmi dairelerin, okulların çatı oluklarını hep ben taktım.
Aynı dükkân da bir insan ömrü kadar sayılabilecek zamanda bu mesleği hep severek yaptım. Bu caddeden hangi ustalar gelip geçmedi ki!.. Hemen sayayım: “Eski Tenekecilerden, Mustafa Müre (Fes Çavuş), Deli İsmail, Yusuf Usta, İbrahim Engür (Dehdehçi), Ali Kâhya, Muzaffer Kâhya, Mehmet Kâhya, hep bu caddenin esnaflarıydı. Bizim yetiştirdiğimiz çıraklar bile emekli oldu” diyordu.
Tenekeciler deyince ilk akla gelen Kâhya kardeşler olurdu. Çarşı Camii Müezzini Mustafa Efendi’nin çocuklarıymış. Ali Kâhya, Mehmet Kâhya ve Muzaffer Kâhya tenekecilikle geçimlerini temin edip, bu hayattan göçmüşler.
Tenekecilerin ahşaptan ufacık dükkânları olurdu. Önlerindeki ağaç kütüğü tezgâh, altlarında minder ve yastıkla desteklenmiş sekiyi de oturak olarak kullanırlardı. Uzanacağı mesafede el aletleri, çekiç, ağaç tokmak, el ve kol makası, havya takımı, nişadır kalıbı, tuz ruhu kabı, seyyar mangal ya da gaz ocağı mutlaka bulunurdu. Daha sonraları havyaların elektrikli olanları kullanılmaya başlamıştı. Bu mekânlarda teneke dediğimiz, kalaylı ince sac kullanılırdı. Teneke bu ustaların elinde kağıt gibi şekilden şekle girer neler yapılmazdı ki! Ambalaj sanayi bilinmezden evvel çoğu ürün tenekelere doldurulur, muhafaza edilirdi. Örnek verecek olursak, benzin, gazyağı, motorin yağları, sıvı ve katı olan yemek yağları, (Vita Yağı) peynir, bisküvi, pekmez, bulama, erik nerdeği, kaymak kutuları, çiklet kutuları, şeker, helva kapları ve daha niceleri hep tenekeden imal edilirdi.
Bu minik dükkânlarda ise kahvecilere yedek, tepsi, cezve, semaver, berber musluğu, ev muslukları, rende, huni, süzgeç, çeşitli kaplar, metal olan bütün gereçler yapılırdı. Tenekeci ustalarımızın o günkü mekânları ve adresleri aşağıdadır.
Yukarıdaki dörtlü ailece tenekecilik sanatını icra edenlerden oluşuyor. İlk sıradaki en büyük ağabey Ali Kahya, Muzaffer Kahya ve Mehmet Kahya. En sondaki baba mesleğini ölünceye kadar sürdüren Ali Kahya’nın oğlu Rüştü Kahya. Hepsi İstiklal Caddesinde ayrı birer dükkân sahibi idiler. Diğerleri daha önce, ailenin son ferdi Rüştü Kahya’da 2012 yılı içinde vefat etti.
Mustafa Müre (Fes Çavuş): İstiklal Caddesi’nde,
Deli İsmail: İstiklal Caddesi’nde,
Yusuf Usta: İstiklal Caddesi’nde,
İbrahim Engür (Dehdehçi) : İstiklal Caddesi’nde, Ali Kâhya : İstiklal Caddesi No: 37 de,
Mehmet Kâhya: İstiklal Caddesi No:29 da,
Muzaffer Kâhya: İstiklal Caddesi No;4 de,
Rüştü Kâhya: İstiklal Caddesi No:22/B de, çalışırlardı.
Bu meslekte çırak yetiştirmekte, gitgide zorlaşmıştı. Nihayet babadan oğula intikal eden bu mesleği sadece Rüştü Kahya 2000’li yıllara kadar götürebildi o da sağlığı nedeniyle emekli oldu. 2012 yılı içinde de vefat etti.
Tenekecilik mesleğinin Yenişehir’deki son temsilcisi Rüştü Kâhya, 1998’de sağlık nedenleriyle işini bırakmadan önce dükkânında. (Fotoğraf kaynağı: Özay Kâhya)
Bu meslekle ilgili hatıralarının da ileride bir kitap olacağını söyleyince çok merak etmişti. Şöyle diyordu:
“Babam tenekecilik mesleğini Abdullah Evcil’in babasının yanında çalışarak öğrenmiş, bende babamdan öğrendim. Bu meslekte en önemli olan şey lehimi yapmakla başlar. Lehim kalay ve kurşunun birleşmesinden yapılır. Bunun ölçüsü bir kilo kalaya, 4 kilo kurşun konulur. Yani beşte biri kalay olursa, beşte dördü kurşun olacak. Bu ölçü asla şaşmamalı. Kalay ve kurşunu potaya atar onu erittikten sonra lama demiri gibi kalıba döker lehimi böyle elde edersin. Havyayı mutlaka tavında ısıtacaksın, onu temizlemek içinde nişadıra sürersin, lehim olacak galveniz ise lehimlenecek yeri tuz ruhuna batırılmış fırça ile temizlersin, havyanın ucunu lehime değdirdiğin an, ucunda boncuk gibi lehim kalır, temizlenmiş olan yere ileri geri havyayı sürter lehim işini tamamlarsın. Lehim olan yerin parlak olmasına dikkat etmelisin. Burada bir tek dikkat edilecek olan da; şayet tenekeyi lehim edeceksen tuz ruhunun içine birkaç parça çinko koyar öyle lehim yaparsın. Çünkü bu işlem paslanmayı geciktirir” diyordu.
Hepsini rahmetle anıyorum.
Yorumlar kapalı.