Büyülü ülkeye yolculuk -Ölüm bizden uzak olsun

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Hindistan’a geldiyseniz mutlaka bir tren yolculuğu tecrübe edinin,” diyordu rehber kitapta. Her söyleneni yapmamak lazımmış.
Bilirsiniz Hindistan’ın tren ağları oldukça meşhurdur. Yollarda tanıştığım pek çok gezginden işittiğim trenlerin güzel, yolculuğun da oldukça eğlenceli olduğuydu. Hal böyle olur, gezi paketimin içinde bir tren bileti bulunursa bana da gitmek düşerdi tabii. “Fırsat, bu fırsattır,” dedim. Bir kez daha gördüm ki, yanılmışım…

Varanasi’ye gitmek üzere istasyona geldim. Ekber ile yollarımız burada ayrılıyordu. Beni uğurlamaya gelmişti. Yanında kendisi gibi rehberlik yapan bir arkadaşı vardı. O da bir Amerikalı çifti trene yerleştirmekle meşguldü. Yalnız kalmayayım diye aynı yeri ayarlamışlardı.

Kompartımanımız dört kişilikti. Bizim dışımızda yaşlı bir Hintli adam vardı. Ancak tren hınca hınç doluydu. Meşhur olsa da sıradan ve kötü işletilen bir trendi gördüğüm: birbirinden perde ile ayrılmış, ranzalı yatakların bulunduğu, sıra sıra küçük kompartımanlardan oluşuyordu. Üstüne üstlük klimalardan ötürü içerisi buz gibiydi.

Nicole ile Brayn, ikisi de son derece sevimli insanlardı. Yeni evlenmişlerdi. Tencere kapak misali, derler ya aynen öyle bir çift. Gece boyu birbirimize gezi anlılarımızı anlattık durduk. Yaşadığımız pek çok şey hemen hemen aynıydı. Sanırım her turistin başından geçen Hindistan anıları…

Yatma vakti gelmişti. Çarşafı serdiğimde hayret verici derecede temiz olduğunu gördüm. Battaniye de öyleydi. Koridorlardaki horultu sesine bakılırsa hemen herkes uyuyordu. Bizim Hintli de başına takkesini geçirmiş çoktan uykuya dalmıştı. Bu soğukta nasıl uyunur derken yorgunluktan atılıp gitmişim.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir bağırtıya uyandım. Genç bir adam odanın ortasında dikilmiş, “Varanasi’ye geldiniz, bir an önce inmeniz gerekir!!!” diye bağırıyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Trenler durağa geldi mi iki üç dakikadan fazla durmazlar çünkü. Perdeyi açtım, dışarı baktım ancak karanlıkta bir şey göremedim. Tren yavaşlamıştı, belli ki istasyona varmasına saniyeler kalmıştı. Hemen toparlanmaya başladım.

Nasıl bu kadar çabuk geldik, diye düşünürken gözüm saate ilişti. Sabahın beşi bile değildi. Oysa Varanasi’ye yedi de varacağımız söylenmişti. Baktım Nicole de şaşkın, bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor.

Birden bire adamın üzerindeki kıyafet dikkatimi çekti. Üstünde tişört, altında pijama pantolonu vardı. Kimdi bu adam? Bir görevli asla böyle giyinmezdi. “Sen görevli değilsin!” diye bağırdım. “Kimsin? Neden içeri girdin?” diye haykırdım. Adam birden donakaldı.

“Ne işin var burada?” diye bağırmayı sürdürünce panikledi. Ne olduğunu anlayamadan üzerimdeki battaniyeyi almak üzere sert bir hamle yaptı. Ve ucundan yakalamayı başardı. Ben bir yandan o bir yandan çekiştirmeye başladık. Bir de erkek olacaklar Brayn ve Hintli adam öylece durmuş şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Bir iki çekişmenin sonucunda havada uçan tekmemle savaşı ben kazandım. Adam çaresiz, “İçerisi çok soğuk, battaniyeye ihtiyacım var,” demez mi. Kızar mısın acır mısın? Brayn’ın yardımıyla adamı dışarı attık. Tabii gülmekten kırılıyoruz. Meğersem uyanık bizi yanlış istasyonda indirip battaniyelere konacakmış. Siz siz olun Hindistan’da tren yolculuğu falan yapmayın…

Varanasi istasyonunda indiğimde otelime nasıl gideceğim diye kara kara düşünmeye başlamıştım. Sosyetik gezim (!) sona ermişti. Başımın çaresine bakacaktım. Neyse ki bir haftada epey tecrübe edinmiştim. Bakalım yeni gün, yeni şehir bana ne gösterecekti? derken on yaşlarında bir çocuk göründü uzaktan. Elindeki beyaz kâğıdı sallayıp duruyordu. Dikkat edince fark ettim ki kocaman harflerle B-E-E-N-N-İ A-A-N gibi bir şey yazıyordu. O an çok mutlu oldum. Eli yüzü kara çocuk onca kalabalığın arasında beni bulmuştu. Meğer Ekber söylemiş arkadaşına karşılamaları için. O da oğlunu göndermiş. İnsanın dünyanın bir ucunda bir karşılayanın olması meğer pek güzelmiş…

Ölüm kenti Varanasi. Nasıl yani? diyeceksiniz. Bu kentte insanların tek düşüncesi var: bir an önce ölmek. Hindular için, Varanasi’de ölmek, Ganj Nehri kıyısında yakılmak ve küllerinin bu nehre atılması büyük bir ödül. Anlamı da şu: Bir Hindu için ölüm, tekrar dünyaya gelmeden önceki uyku hali. Sadece bilinç yitiriliyor. Ruh ise bir bedenden diğerine geçiyor. Hindular için ölüm sadece beden için varmış. O bir kabukmuş. İnanışa göre yakılınca tekrar kendi kaynaklarına dönermiş. Göz güneşe, nefes rüzgâra karışırmış…

O sabah vaktini hiç mi hiç unutamam. Sabahın beş buçuğunda gözüm güneşe nefesim rüzgâra karışırken Ganj Nehri’nde bir teknedeydim. Ürkütücü, hatta dehşet verici o manzarayı görmeniz lazım. Nehre inen yüzlerce merdivende binlerce insan duruyordu. Bir renk cümbüşünün ortasındaydım. Sisli bir hayal perdesinin ardından uykulu gözlerle seyrediyordum olan biteni. Nehrin üstü ibadet edenlerin bıraktıkları lotus çiçekleri içinde yanan adak mumlarıyla doluydu. Kıyıdan dumanlar yükseliyordu yakılan bedenlerden çıkan…

Nehrin üzerindeki lotus çiçeklerine bakarken acayip bir şey gördüm.  Daha çok oyuncak bir bebeğe benziyordu. Aslında bir değil birden fazlalardı. Meğer ölü bebeklermiş. Ölen bebekleri nehre atıyorlarmış. Morarmış küçük bedenler dehşet vericiydi.

İnsanlar bu suda nasıl yıkanıyorlar? Ganj sularında yıkanan binlerce kişinin neden ölmediği de merak konusu. Öğrendiğime göre Indra Gandi bu bölgede on dört arıtma tesisi yaptırmış. Bu nedenle su çok temizmiş. Elimi bile değdiremedim…

Öldüğünüzde zenginseniz, sizi yakıyorlarmış. Yani sizi yakan birileri bulunuyormuş. Ancak yoksulsanız şimdiden hatırlatayım törenle yakılma şansınız yok. Öylece Ganj’a bırakılıyorsunuz, elli kilometre ötedeki bir belediye aracı topluyor sizi ve sizin gibi fakirleri, sonrasında topluca yakılıyorsunuz. Teknedeki adam habere anlatıyordu. “Ölmeye hiç niyetim yok,” dedim.

Sabah aç karnına yaptığım bu yolculuk beni ruhen ve bedenen mahvetmişti. Neler neler görmüştüm, kim bilir daha neler görecektim?

Hindistan’da yapılacak çok ama çok şey var. Tapınak mı görmek istiyorsunuz, aklınızı başınızdan alacak kadar heybetli ve muhteşem tapınaklar karşınıza çıkar. Aradığınız tarihse eğer, kaleler, kalıntılar, meydanlar kaşınıza çıkar. Yok, eğer kumsalda uzanmak ve güneşin tadını çıkarmak istiyorsanız dilemeniz yeter. Eğer gerçek Hindistan ile hala yüz yüze gelemediyseniz bir trenle yolculuk yapınız iyi bir tecrübe olacaktır.

Çıldırtan korna seslerini, yoksulluğun vermiş olduğu ürkütücülüğü, baş döndürücü sıcağı, pisliği, sivrisinekleri, öküzleri bir kenara koyarsak, o gün babamın sorduğu soruya vermiş olduğum yanıt şaşırtıcıydı: çok derinden söylenmiş bir EVET. Ölmeden önce bir daha gideceğim Hindistan’a…

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Büyülü ülkeye yolculuk -Ölüm bizden uzak olsun

Yorumlar kapalı.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.