Türkiye gibi kapitalist düzenle yönetilen ülkelerde belli başlı iki sınıf vardır: Sermaye sınıfı ve emekçiler.
Sermaye sınıfı, üretim araçlarını ya da üretim araçlarının kontrolünü elinde tutan sınıftır. Devletin yönetimi, sermaye hareketleri, banka kredileri, sigortacılık, ithalat ve ihracat, ulusal gelirin paylaşımı bu sınıfın çıkarlarına uygun şekilde yürütülür.
İkinci sınıf ise tüm ulusal geliri oluşturan emekçilerdir. Bir ülkedeki tüm üretim emekçilerin eseridir. Asıl yaratıcı güç onların beyninde ve kollarındadır.
İşçi sınıfının üretimden gelen gücünü daha iyi anlatabilmek için şöyle bir tablo çizelim: Köylüler, tarım işçileri bir an çalışmaktan vazgeçseler. Kimse tarlalarda çalışmasa, ekmese, biçmese, üretmese. Meyveler toplanmasa, dalında çürüse…
İnşaat işçileri çalışmasa, bıraksalar ellerindeki işleri. Fabrikalardaki makineler dursa, maden ocaklarına kimse inmese. Gemiler, uçaklar, otobüsler, iş makineleri, fırınlar çalışmasa. Tüm emekçiler bir anda vazgeçseler çalışmaktan…
Bu durumda yaşam durmaz mıydı? Emekçileri karın tokluğuna çalıştıran, onlara tepeden bakan kibirli sermaye sınıfı ne yapardı acaba?
Emekçi sınıfı yaşamı durduracak kadar güçlü olduğu halde, bu güçlerinin bilincine neden varamıyorlar? Yarattıkları değerin karşılığını neden alamıyorlar? Üretimden gelen gücünü neden gösteremiyorlar? Neden örgütlenemiyor? Emekçiler bu güçlerine neden yabancılaşıyorlar?
Bu soruların yanıtı sermaye sınıfının kurduğu ve korunduğu kapitalist düzendir. Üretim araçları ya da bu araçlarının kontrolünü, banka kredilerini, ithalatı ve ihracatı bu düzen elinde tutar. Ayrıca patron işçileri kovma, tehdit etme, azarlama hakkına sahiptir. İşçiler onların emir kullarıdır.
Patronlar, kapitalist düzeni korumak ve devam ettirmek için akla hayale gelmeyecek yalanlara ve kurnazlıklara başvururlar. Emekçilere daima şu propagandayı yaparlar:
“Çok çalışırsanız siz de bir gün patron olursunuz. Siz patron olamazsanız çocuklarınız olur. Herkes zengin olamaz. Beş parmaklarınıza bakın, hepsi bir mi? Dilediğiniz gibi yaşayamıyorum diye söylenip durmayın. Şükredin. Öteki dünyada mutlaka yaşarsınız.”
Kendilerini bir sınıf ve üretici güç olarak göremeyen emekçiler örgütlenemedikleri için patronların baskısı altında sömürülüp ziyan oluyorlar. Kapitalist düzende, çalışkan ve sabırlı olanın mutlaka kazanacağı sözü, emekçileri kandırmak için uydurulmuş kuyruklu bir yalandır. Bu yalanlarla amaçlanan şey, emekçileri sınıf bilincinden uzak tutmaktır.
Sermaye sınıfının tezgahladığı yalanlardan biri de şudur: “Biz risk alıyoruz ve ekonomiyi güçlendiriyoruz. Kar etmesek bile işçilerin ücretlerini ödemeye devam ediyoruz. Her zaman iflas etmek gibi bir tehlike ile karşı karşıyayız.”
Patronların söylediği bu sözler de safsatadan ve yalandan ibarettir. Patron, iflas edeceğini anladığı zaman işçilerin ücretlerini ödemeye devam etmez. Kendi akılsızlığı yüzünden uğradığı zararın sıkıntısını yine emekçiler çeker. Hiçbir kusurları olmadığı halde ücretleri kesilir ya da işsiz kalırlar.
Patronun riski yanında emekçinin riski kat ve kat fazladır. Her an sakat kalma riski ve kovulma riski vardır. Patron iflas etse bir kenarda yüzlerce emekçiyi geçindirecek kadar dünyalığı vardır. Ekonomik krizlerde patronlar değil emekçiler aç kalırlar.