Televizyonu açıyorsunuz, hemen her kanalda bir tartışma programı.
Aynı yüzler, aynı tonlamalar, aynı ezberler.
Bir gün ekonomi uzmanı, ertesi gün dış politika yorumcusu.
Haftaya sinemada kadın temsiline dair derin analiz yapıyor,
Öbür hafta Nietzsche’nin yaşam felsefesiyle çıkageliyor.
Yani her konuda söz sahibi ama hiçbir konuda derinleşmemiş insanlar,
Ortamlarda ahkâm kesiyor.
*
Bugünün dünyasında belki hepimiz az çok böyleyiz.
Sosyal medyanın ve hız çağının bize armağan ettiği yeni insan tipi var.
Bunlar, hayatlarının büyük bölümünü gündelik telaşlara, işlerine, küçük mutluluk ve sıkıntılarına ayırıyor.
Ama ara sıra farklı bir kimliğe bürünmeye ihtiyaç duyuyor ya da tercih ediyorlar.
Sosyal medyada iki alıntı paylaşmak,
Güncel bir tartışmada yüzeysel de olsa akademik terimler kullanmak,
Ya da bir kitabın önsözünü okuyup üzerine derin analizler yapmak bunun en belirgin işaretleri.
Bir yandan gündelik hayatın koşuşturmacasında, öbür yandan “ben de düşünüyorum” deme ihtiyacıyla sahneye çıkıyor.
Sosyal medya, bu karakterin doğup büyüdüğü doğal yaşam alanı.
*
Bu durumun altında yatan nedenleri anlamak zor değil.
Ekonomik baskılar, hız çağının dayatmaları, dikkat dağıtan ekranlar…
Kimsenin kitapla ilişkisi kalmadı.
Gösterilen en yaygın neden ise kimsenin zamanının olmayışı.
Bir düşünürün 30 yılda vardığı sonucu, 15 saniyelik bir reels videosunda tüketmek varken,
Kitap okumak, çoğu zaman zor ve gereksiz görülüyor.
*
Peki, hiç mi umut yok?
Var ama önce biraz merak lazım.
Bir kısa video, belki bir düşüncenin izini sürmeye iter.
Bir alıntıyla başlayan yolculuk, yeni bir başlangıçla bir kitabın kapağını açtırabilir.
Önemli olan, orada kalmamak.
Sosyal medyayı, kalıcı bir konfor alanı haline getirmemektir.
İnsan, belki de bir aforizmayla tanışarak daha derin okumaların yoluna girebilir.
‘Bilmeden konuşuyorlar ’diye eleştirmek de işin kolayına kaçmak olur.