Sevr Antlaşmasının üzerinden tam 95 yıl geçti. Birinci Paylaşım Savaşının Osmanlı devleti bakımından sonuçları 10 Ağustos 1920 tarihinde Fransa’nın başkenti Paris’in banliyösü Sevr’de imza ile bağlandı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mücadelesi ile hiçbir zaman yürürlüğe girememiş bir antlaşma olarak tarihin çöplüğüne atıldı.
Sevr antlaşması imzalanışının üzerinden 2 yıl geçmeden Lozan Antlaşması ile resmen yok edildi. Sevr’i yok eden Lozan anlaşması bütün karşı çıkmalara rağmen 93 yıldır hükmünü sürdürüyor. Sonsuza kadar süreceğine de inanıyoruz.
Lozan’a karşı çıkan ve Sevr’i hayata geçirmeye çabalayan Emperyalist ülkeleri anlamak olası. Ancak bu ülkenin ekmeğini yediği halde Lozan’a saldıran, Lozan’ı yenilgi olarak sunmaya çabalayanları anlayamıyoruz.
Lozan’ı yenilgi olarak sunanların ortak özelliği Osmanlı hayranlığı. Bu Osmanlıcıların bir başka özelliği ise Osmanlı ülkesini tam 33 yıl istibdat altında inleten ve “Ulu Hakan” olarak tanımladıkları II. Abdülhamit’e olan hayranlıklarıdır. “Ulu Hakan” hayranları Lozan’ı yenilgi olarak değerlendirirken Sultan Abdülhamit devrinde hiç toprak kaybı yaşanmadığını söyleyecek kadar büyük yalanları söyleyebilmektedirler.
Elbette Sultan Abdülhamit’in ne Sevr ile ne de Lozan ile hiçbir ilişkisi yok. Üstelik Sevr imzalandığında II. Abdülhamit öleli 2,5 yıl, Lozan imzalandığında ise 4,5 yıl geçmiş. Ama “Ulu Hakan” ve Osmanlı hayranları Sevr’in üzerinden atlayarak doğrudan Lozan’a saldırarak, “yenilgi” olarak niteliyor ve bu saldırının arkasına II. Abdülhamit’in hiç toprak kaybetmediği yalanını ekleyiveriyor. Okuma sevmeyen bir takım zır cahiller ise bu yalanı kahve köşelerinde tekrarlayarak halkı kandırma çabasına girişiyor. Bir yalan ne kadar büyükse ve ne kadar sık tekrarlanırsa o kadar inandırıcı oluyor. Özellikle bizim gibi ülkelerde…
Sultan Abdülhamit devrinin nasıl bir çöküş devri olduğunu anlayabilmek için ilkokul tarih bilgisi yeter. Ancak halkımızın “93 harbi” olarak tanımladığı 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ne demek olduğunu ve Ayastefanos (Yeşilköy) antlaşmasının bizlere hangi acıları anımsattığını düşünmek gerekiyor. Bilmeyenlere bir kez daha anımsatalım:
93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşında Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini yenilgiye uğratarak doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile Trakya’nın İstanbul’da Yeşilköy’e dayandılar. Meclis-i Mebusan’da savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid, meclisi 18 Şubat 1878’de tatil etti. 30 yıl boyunca anayasa uygulanmadı ve istibdat yönetimi egemen oldu.
93 Harbi, 3 Mart 1878’de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos’ta karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dayattığı Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Anlaşmaya göre; bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak, Bosna-Hersek içişlerinde bağımsız olacak, Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya’ya bırakılacak, Teselya Yunanistan’a verilecek, Girit ve Ermenistan’da ıslahat yapılacak, Osmanlı İmparatorluğu Rusya’ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Oldukça ağır şartlar içeren bu antlaşmaya, Rusya’nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan diğer Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı.
Türk tarihinde büyük bir travma ve korkunç göçlere neden olan 93 Harbi dışında Sultan Abdülhamit devrinde şu topraklar kaybedildi;
Bosna-Hersek ve Yenipazar kesin olarak Avusturya’ya, Kıbrıs İngilizlere, Tunus Fransa’ya, Teselya Yunanistan’a, Mısır İngiltere’ye, Somali İngiltere’ye, Habeşistan eyaleti İtalya’ya kaybedildi. Girit önce özerklik kazandı, ardından Yunanistan’a katıldı. Kuveyt özerklik kazandı. Suudi Arabistan kuruldu.
II. Abdülhamit devrinin en önemli olayı ise ekonomik bağımsızlık kavramının tamamen yok edilmesine yönelik Duyun’-u Umumiye idaresinin kurulması olmuştur. 1881 yılında kurulan bu idare yabancı alacaklılar adına ülkenin tüm gelirlerini toplama hakkına sahip olmuştur.
Bütün bunlar olurken II. Abdülhamit’in tahtını korumak için içerde koyu bir baskı rejimi ve hafiye teşkilatı kurmaktan başka derdi olmamıştır.
Sevr rezaletinden hiç söz etmeyen Osmanlıcıların Lozan’ı, dolaylı olarak Kemalistleri karalamak için kullandıkları II. Abdülhamit budur.
Türk halkı fazla okumuyor. Tarihini de çok fazla merak etmiyor Ama…
O kadar da değil…