Ülkemin canı acıyor. Ülkem kan kaybediyor. Kaza geçirmiş bir yaralı gibi, tepki vermiyor. Hekim gözüne ışık tutuyor. Göz bebekleri küçülmüyor. İğne ile ayağının altını çiziyor. Yine tepki vermiyor. Refleksleri kaybolmuş.
96 yıl önce işgale uğradığında kaybettiği kadar can kaybetmiş. 96 yıl önce, meclisi, ordusu, silahı, araç ve gereci, eğitilmiş insanları yok ama ümidi vardı. Bugün 95 yılın deneyimine sahip meclisi, bin yıllara dayalı gelenekleri ile ordusu, silah araç ve gereçleri, milyonlarca eğitilmiş insan gücü, siyasi partileri, üniversiteleri, üretim tesisleri, sendikaları, meslek örgütleri, üretici birlikleri, dernekleri, en son teknolojiye sahip iletişim araçları, basın yayın organları var. Ama birliği ve ümidi yok.
Başkomutan iddiasındaki şahıs sarayının ve kendinin güvende olması ile ülkenin güvende olmasını eş tutuyor. Birleşmesi gereken herkesi karşısına almış. Ülkeyi kurduğunu söyleyen parti, kurucusunu ve kuruluş ilkelerini anımsamıyor, seçim derdine düşmüş, kuruluşta rol alan gazete orduyu arkadan vurmaya çalışıyor. Aydınları, özgürlüğü, ülkeyi parçalama özgürlüğü olarak algılıyor. Sendikaların içi boşalmış. İşçiler ancak sendikadan istifa ederek emek mücadelesi verebiliyor. Meslek örgütleri kendi üyelerine yapılan saldırılar sonucu gelen ölümleri görmek istemiyor. Görse bile saldıranın kimliğini görmek istemiyor. Basın susmuş, susturulmuş. Ocaklar sönüyor, sönen ocaklardan feryatlar yükselirken feryat edenlerin acıyla söyledikleri soruşturuluyor.
Ülkem suskun… Ülkem acılı… Ülkem kan kaybediyor…
Kurtuluş Savaşımızdaki kadar can kaybediyoruz.
Ülkem aslında bir kurtuluş savaşı daha veriyor. Gericilikten, bölücülükten, aymazlıktan, ihanetten, emperyalizmin saldırılarından kurtuluş savaşı…
Gaflet dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlardan kurtulma savaşı…
Bu savaşı biz kazanacağız. Kan uykusunda değilsek…