Senenin son güneşli günlerini yaşıyor olsak da havalar iyice soğudu. Henüz kar yağmadı ama eli kulağındadır. İşte tam da bu yüzden bu hafta beni en çok etkileyen manzara soğuyan havalarla beraber sokakta kalan hayvanların ve maalesef ki insanların durumları.
Kenara köşeye saklanmaya başlayan hayvanlar, kendilerini korumak ve zor şartlara adapte olmak açısından zaten içgüdüsel olarak hazırlıklılar. Yıllardır bunu görüyor ve insani olarak üzülsek de biliyoruz ki onların doğası sert koşullara uyum sağlamaya uygun.
Ancak aynı durum insanlar için söz konusu olunca bir çoğumuzun başını diğer tarafa çevirmek ya da basitçe geçiştirmeye çalışarak ah,vah,tüh cümleleri kurmaktan öteye gitmiyor. Hatta çoğunlukla görmek bile istemiyoruz.
Geçenlerde birden soğuyan hava yüzünden midemi üşütmüş ve dişlerim takırdayarak eve gitmeye çalışırken(soğuğa maruz kaldığım süre yalnızca 2 saatti) duvarın dibine kartonları koyarak birbirine sarılmış oturan anne ve çocuğu gördüğümde ağlamamak için zor tuttum kendimi.
Muhtemelen Suriyeli bir ailenin fertleriydiler. Trafik ışıklarında mendil satmaya çalışan çocuğunda dahil olduğu bir aile. Suriyeliler hakkındaki fikrimi ve onlara tanınan haklara itirazımı daha önceki yazılarımda dile getirmiştim. Ancak bu durum sadece insani bir vicdanla diğer konudan tamamen ayrılıyor.
Ben yalnızca 2 saatte neredeyse hasta olmuştum ve o insanlar orada kim bilir kaç saat daha oturacaklardı. Belki de kalacak yerleri bile yoktu.
Herhangi bir çalışma yapmadan, fütursuzca sınır kapılarını açıp ülkenin dört bir yanına dağılmasını bilinçli olarak isteyen ve hatta bu insanlara çeşitli haklar vererek oy kullanmalarını sağlayan, onları da kullanan hükümete zaten diyecek hiçbir sözüm kalmadı.
Ama bu savaş söylemlerinden geri durmayan ve daha önce olduğu gibi şimdi de savaş çığırtkanlığında bayrağı ön sıralarda taşıyan insanların şu manzaralara bakıp, görüp bizim de düşeceğimiz durumu bir düşünmelerini istiyorum.
Evet, haksızlıklar var ve olmaya da devam edecek. Ama hangi haksızlık bugüne kadar şiddetle çözülebildi ki. Tarih, kan davalarından, çetesavaşlarına, soykırımlardan, dünya savaşlarına kadar binlerce şiddet hikayesiyle dolu.
Hep birileri diğerlerinin hakkını yedi diye yada yemiş gibi gösterilerek başlatılan ve sonunda mutlaka masum insanların zarar gördüğü, evinden barkından olduğu, asıl savaşı çıkaranların ise burnunun bile kanamadığı binlerce hikaye.
Kim bilir kimin kimden ne çıkarı var? Kaç silah tüccarı dünyanın en zenginleri listesindeki yerini koruyacak? Hangi ülke diğerinden daha güçlü ve daha fazla söz sahibi? Sırf bu soruların cevapları yüzünden binlerce insan ölüyor ve binlercesi de düzeninden kopartılıyor.
Eminim o Suriyeliler de evlerinde rahattılar. Belki onlar da Türkiye’ye sadece turist olarak gelmeyi tercih ederlerdi. Ama savaş onları bu hale getirdi. Yarın öbür gün aynısı büyük ihtimalle bizim başımıza da gelecek.
O yüzden lütfen oturduğu yerden TSK dünyanın en güçlü bilmem kaçıncı ordusu, savaşa girersek hepsini perişan ederiz, Türklere dalaşmak ne demekmiş görsünler gibi çığırtkanlıkları bir kenara bırakalım. Çünkü evimizin üzerine yanlışlıkla bomba düştüğünde TSK onu havada yakalayıp bizi kurtaramayacak.
Zaten dünyanın haline bakılırsa korkarım ki bundan yıllar sonra hayatta kalanlarımız tarihi anlatırken ‘üçüncü dünya savaşının çıktığını biz çok sonra fark ettik’ diyecekler.