Gazetemiz köşe yazarlarından Benian Çulhaoğlu’nun 5. Kitabı “ Hoşça Kal Küba “ okurlarıyla buluştu. 2010 yılında, “Hayat Akıp Giderken” adlı ilk kitabıyla okurların karşısına çıkan Çulhaoğlu, sırasıyla 2012 yılında yayınlanan “ Tek Başına dünya Gezisi”, 2013 yılında yayınlanan “Yalnız Gezginin Gezi defteri” ve geçen yıl yayınlanan”Yalnız Seyahat Etmenin Dayanılmaz Hafifliği “ olmak üzere dört kitabı daha var.
İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı üniversitenin Davranış Bilimleri Anabilim dalında yüksek lisansını tamamlayan Çulhaoğlu, Yenişehir’de çalıştığı tarihlerde gazetemizde köşe yazıları yazdı.
Gezgin- yazar Çulhaoğlu, Küba ve son kitabı “Hoşça Kal Küba” hakkında şunları söylüyor:
Seyahat etmek temel ihtiyaç benim için; tıpkı ekmek, su gibi. İnsan nasıl susar, acıkırsa, seyahat etmek de o denli yaşamsal…
Bir ayağım hep göçebe oldu. Babamın mesleği ve daha sonra kendi işim dolayısıyla hayatımın yaklaşık yarısı Anadolu’da geçti. Bir nevi zorunlu gezginlikti. Bu süreçte Anadolu’muzun güzelliklerini, bir o kadar da yoksunluklarını görme, yaşama fırsatı buldum.
Bir de çocukluk hayalim olan gezginlik var tabii… Böyle olunca tıpkı Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi hep bir ayağım sabitken diğer ayağım dolaşmaya devam etti. Biri sabit İstanbul’da, diğeri tüm dünyayı dolaşmakta…
İşin içine yazmak da girince bir süre sonra seyahatler hayatımın önemli bir parçası haline geldi. Benim gibi yaşayanlar bilir; eşyalarla, mekânlarla, insanlarla ilişkiniz farklı oluyor. Bağlanmakta güçlük çekerken anı yaşamak, biriktirmek müthiş heyecan veriyor. Zorluklarını bir kenara bırakırsak oldukça besleyici.
Seyahat ederken üçüncü bir göz varmış gibi kendime dışarıdan bakarak, dünyadaki yerimi ve kimliğimi sorguluyor, hayatımın eksik yanını tamamlıyorum.
Yaptığım; seyahat ederek keşfetmek, gittiğim yerlere ilişkin okumalar yapmak, gördüklerimi, özümsediklerimi sayfalara dökmek.
Beslenmek için önyargısız olmanız gerekiyor. Yollardayken aklımı, zihnimi, yüreğimi açık tutmaya çalışıyorum. Fotoğraf makinamı, kâğıdımı, kalemimi yanımdan hiç ayırmıyorum.
İnsanlar, “Şu olduğunda şu yaşındaydım; bu olduğunda bu yaşındaydım,” der ya ben de “Şuraya gittiğimde şu yaşımdaydım diyorum.” Hal böyle olunca kırk dört yaşıma kırk dördüncü ülkem Küba’da girdim.
Küba dergilerde, filmlerde gördüğüm bir ülkeydi. Hakkında hemen hiçbir şey bilmiyordum. Yıllar önce Miami’ye gittiğimde ‘Little Küba’ denilen Kübalıların yaşadığı semti gezerken gördüklerim ilgimi çekmiş, gitmek istemiştim. Ancak Amerika’dan geçişe izin verilmiyordu. Zaten tek başına gitme fikri de düşündürücüydü.
O sıralarda çok gündemdeydi, ‘Şans Kapıyı Kırınca’ isimli bir film izlemiştim. Mutlaka Küba’yı görmeliyim demiştim, ancak öylece kaldı, gerisi gelmedi. Anlayacağınız Küba ateşi yanmadan söndü.
Yıllar sonra Manevi Babam Erden Özokutucu eşi Nurperi Hanım’ın ve kızı Gizem’in Küba’ya gittiklerini, çok beğendiklerini söyledi. Oranın doğal güzelliklerinden, müziğinden, güvenli oluşundan övgüyle bahsetti. Ne gezmek, ne de yazmak için planım vardı. O an bir gezgin-yazar için kaçırılmayacak fırsat olduğunu düşündüm. İçimdeki ateş yeniden yanmaya başlarken kendimi Küba’da buldum.
Her zaman olduğu gibi gene tek başımaydım. On sekiz gün büyüklü küçüklü dokuz şehir gezdim. Olan biteni gezgin gözüyle izledim. Nostaljik arabalara bindim; yöresel lezzetleri tattım; Küba evlerinde konakladım; birbirine uymayan şeylere şaşırdım; eski dönemlerden kalan pek çok hatırayı barındıran mekânları ziyaret ederken kimi zaman ülkemden parçalar buldum; güldüm; eğlendim; hüzünlendim…
Küba şöyle özeldi, böyle güzeldi, çok harikaydı, bayıldım demek yerine artısı, eksisi ile anlatmak istedim. Benim için gidilen ülkenin atmosferi yani ‘Ülkenin Ruhu’çok önemli. Küba, atmosferi çok farklı bir ülke. Gezerken, yazarken, müzik dinlerken kimi zaman mutluluğu, kimi zaman da hüznü bir arada yaşadım.
Küba şu sıralar en çok görülmek, hatta yaşanmak istenilen ülke. Gezip gören biri olarak söylemeliyim: Küba dünyada mutlaka görülmesi gereken birkaç yerden biri. Endişelenecek bir şey yok. Ülkenin kendine özgü sistemini kavradıktan ve belli kurallara uyduktan sonra rahatça gezmek mümkün.
‘Hoşça Kal Küba!’isimli son kitabım bir gezginin Küba’da geçen günlerini anlattığı gibi güvenli, rahat ve ekonomik gezmenin ipuçlarını da veriyor. Bu kitabı okuyan ya da incelemek üzere eline alan her kişinin içinde az ya da çok seyahat sevgisi olduğunu düşünüyorum. Neden bir gün gideceğiniz ülke Küba olmasın?
Neden Küba?
Neden Küba, diyeceksiniz. Küba popülaritesi her geçen gün artan bir ülke. Amerika’nın Küba ile ilişkilerinin yoluna girmesi, “Küba değişecek, doğal halinden eser kalmayacak, bozulmadan gitmek lazım,” diyenlerin sayısını arttırdı. Fidel’in Küba’sını görmek için dünyanın pek çok yerinden insanlar akın ediyor. Ne de olsa sosyalizmin son kalesi. Kimileri de Kübalı kadınlar eşliğinde mojito içmek için geliyor bu egzotik ülkeye.
Küba, yeni kıtanın ilk keşfedilen toprağı yani Kristof Kolomb’un karaya ayak bastığı yer. Adı bir zamanlar bu topraklarda yaşayan yerlilerin dilinde “Yaşamak için güzel bir yer,” anlamına geliyor. Haksız sayılmazlar. Bugün pek çok insanın aklından geçiyor Küba’da yaşamak.
Kafalarda daha çok romantik bir Küba resmi var. Cana yakın halk, kolonyal mimari ve masmavi gökyüzü mıknatıs gibi çekiyor insanı. Buraya düzenlenen turlar ziyaretçilere pespembe bir Küba sunuyor; romantik, halkının içki içip dans ederek eğlendiği, neşeli insanların ülkesi olarak tanıtılıyor. Her ne kadar öyle ise de, gerçek Küba’yı görmek için Küba’yı yaşamak gerek.