Sakın “böyle soru olur mu?” demeyin.
Bizim bildiğimiz CHP henüz parti olmadan parti olabilmiş bir örgüttür. Her ne kadar 9 Eylül 1923 tarihinde kurulduğu söylense bile kuruluş kongresine 2. kongre denmektedir. Zira CHP’nin esas kuruluşu 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresidir ve tam olarak 7 Eylül 1919’dur. O zamanki adıyla Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetidir.
CHP henüz kurulmadan bir parti haline gelmiştir. Zira ülkenin içinde bulunduğu tehlikeyi gören yurtseverler kendiliklerinden ülkenin her yerinde Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri, Redd-i İlhak Cemiyetleri, Kuvva-i Milliye Cemiyetleri gibi örgütler altında toplanmışlar ve Sivas’ta bu örgütleri bir araya getirmişlerdir.
Gerçek bir siyasi parti ülkenin en doğusundaki en küçük biriminden en batısındaki en küçük bir birimine kadar aynı görüşleri savunur. Dahası, aniden ortaya çıkan bir durum karşısında da yaklaşık aynı tutumu alır. Aynı düşünce ve eyleme girer.
Parti disiplini budur. Parti disiplini insanları ihraç sopası ile tehdit etmenin adı değildir.
CHP’yi oluşturan örgütler 95 yıl önce henüz parti bile değilken ülkenin çok farklı uçlarında aynı duygu ve düşüncelerle aynı endişeleri taşımışlar ve bir örgüt olarak büyük bir savaşı yönetmişlerdir.
CHP bu savaşın ateşi ile çelikleşmiş ve bu ruh ile kurtuluştan sonra kuruluşun devrimci atılımını başlatmıştır.
CHP’nin resmen kuruluşu olan 9 Eylül 1923 tarihinden sonraki gelişmeleri bir tarafa bırakalım. Ancak aradan geçen yıllar CHP’yi tam anlamıyla partileştireceğine tersi bir gelişme olmuştur. Arada zaman zaman gösterilen kararlı tutumlar sonuç alıcı olmuştur. 12 Mart darbesinden sonra “hesap soracağız” ve “toprak işleyenin su kullananın” sloganları geniş halk yığınlarını harekete geçirmiştir. 12 Eylül sonrası kurulan Halkçı Parti Genel Başkanı Necdet Calp “sattırmam” diyerek masaya yumruğunu vurmuş ve özelleştirme politikalarına direnerek umulmadık oranda oy almıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ne yazık ki CHP’nin bir parti olamadığını, daha doğrusu parti olmaktan uzaklaştığını ortaya koymuştur.
Bulunan aday, Genel Başkan ve yakın çevresindeki birkaç kişi dışında kimse tarafından savunulamıyor. Adaylık dilekçesini imzalayan vekillerin ağzını bıçak açmıyor. Karşı olduğunu söyleyenler anlaşılmaz bir şekilde “parti disiplini” sözlerini geveliyor.
Lider adayı olduğu söylenen Muharrem İnce adaylık dilekçesini koşa kaşa imzalıyor
Adaylık dilekçesini imzalamayan 21 vekilin her biri ayrı telden çalıyor. Tunceli Milletvekili zoraki CHP’li Hüseyin Aygün HDP adayı Selahaddin Demirtaş’ı destekleyeceğini açıklarken parti disiplini takmıyor. Kayseri milletvekili Şevki Kulukoğlu’nun Kayserililiği tutuyor ve Abdullah Gül’ün adaylığını destekleyeceğini ilan ediyor.
Ağustos ayında Genel Başkanlık krizi çıkacağını hesaplayıp pusuya yatan Deniz Baykal kendine bağlı vekilleri tutuyor. Parti Meclisi toplantısında bulunan adaya karşı 3 arkadaşı ile önerge veren Gökhan Günaydın’ın ne yapacağı bilinmiyor. Günaydın’ın en yakın arkadaşı ise imzayı basıyor
Halkı RTE diktasına karşı birleştirme iddiası ile yola çıkan CHP liderliği meclis gurubunu bile birleştirmeyi beceremiyor.
Titrek, korkak, kararsız politikalarla sonuç alamazsınız. Meclis gurubuna, Parti Meclisi üyelerine bile kabul ettiremediğiniz bir adayı halka kabul ettiremezsiniz.
CHP muhafazakar aday gösterince adaylığını açıklayan RTE siyasi hayatının hiçbir döneminde yapmadığı kadar din istismarı içeren bir konuşma yapabildi.
İşte bizim bu örgütü siyasi parti olarak kabul etmemiz isteniyor. Üstelik bu örgüt 95 yıl önce ulusu birleştirmeyi becerip tarihin ilk Ulusal Kurtuluş Savaşını zafere ulaştıran bir örgüt.
Atatürk’ün ölümünden sonra, hele hele çok partili sisteme geçişten sonra Cumhuriyet Halk Partisindeki erime cumhuriyet değerlerindeki erimeden daha fazla.
Belki de Cumhuriyetin bu hale getirilmesinin sorumlularından birisi de CHP…
Acı ama gerçek…
Yorumlar kapalı.