Ne zaman aklıma helva takılsa, dilimde ”Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” özdeyişi nakarat olur gider. Bende bu duygu ve düşüncelerle geçen sayıda sizlerle paylaştığım eski helvacıları kaldığım yerden devam edeyim diyorum.
Önce Helvacı Mustafa Usta’dan bahsetmek isterim. Çünkü hakkında fazla bir bilgimiz olmamakla birlikte çok eski bir usta olduğu bilinen Mustafa Usta, Helvacı Hafız diye anılan Hasan Tahsin Helvacı’nın da ustasıdır. İşyeri Kırtasiyeci İsmail Ahı’nın olduğu yerdedir. Günümüzde ise Cumhuriyet Caddesi No: 49 da ki mekândır. Fakat ailesinin kimlerden olduğu, çocuklarının veya torunlarının var olup olmadığı bilinememektedir. Bu kadar kısa bilgiyi Helvacı Hafız’ın küçük oğlu Mehmet Nuri Helvacı’dan edinmiştim.
Helvacı Hüseyin Dırancı
Hafızın oğlu, lakaplı Ahmet Usta hakkında fazla bir bilgi olmamakla birlikte, iş yeri Cumhuriyet Caddesi No:52 deki kendi mülkü olan dükkândır. Yemişçi Ahmet Karasıl’ın dedesidir (Annesinin babası). Ahmet Usta aynı zamanda Hüseyin Dırancı’nın da ustasıdır. 1930’lu yıllarda iş yerini Hüseyin Dırancı’ya devrettiği söylenir.
Helvacı Hafız Hasan Tahsin Helvacı ve eşi
Helvacı Hafız, Hasan Tahsin Helvacı (1895-1958): Yugoslavya’dan Bursa’ya 1885 yılında göç eden bir ailenin oğludur. Babası Ferhat Efendi, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraştığı için, daha sonra Yenişehir’e yerleşir. Hasan Tahsin Helvacı Yenişehir’de doğar. Mahalle Mektebinde ilk tahsilini yaptıktan sonra, Cumhuriyet Caddesindeki Helvacı Mustafa Ustanın yanında askere gidinceye kadar çalışıp, bu mesleği öğrenir. Önce Çanakkale Savaşına, sonra da Kurtuluş Savaşına katılır ve Gazi olur.
Küçük oğlu Mehmet Nuri Helvacı’yı (1933) Bursa Kayhan Çarşısındaki iş yerinde ziyaret ettiğimde anılarını şöyle dile getirmişti:
Helvacı Hafız Hasan Tahsin Helvacı’nın oğlu Mehmet Nuri Helvacı, halen baba mesleğini Bursa Kayhan Çarşısındaki dükkânında sürdürüyor
“Babam Yenişehir’de Helvacı Hafız olarak anılırdı. Soyadımız da bu mesleği nedeniyle Helvacı olmuş. Babam gibi hafız lakabıyla anılıp adları bilinmeyen, Lapacı Hafız ve bir de Akdere’li Hafız vardı. Çoğu kişi bu üçlünün adını bilmez, hep Helvacı Hafız, Lapacı Hafız, Akdereli Hafız diye anarlar ve halen de öyle anılmaktadırlar. Oysa babam ve Lapacı Hafız’ın adları Hasan Tahsin, Akdereli Hafız’ın da Hüseyin İkikardeş’dir. Babam mesleğini Mustafa Ustanın yanında öğrenip, uzun bir askerlik döneminden sonra omzundan aldığı kurşun yarasıyla gazi olup Yenişehir’e 1922 yıllarının sonuna doğru gelmiş. Yunanlılar tarafından beş kez işgale uğrayan bu kasaba her defasında yakılıp yıkılmış, talan edilerek halk maddi ve manevi olarak çok büyük zararlar görmüş. Savaş sonrası dönemin Belediye Başkanı olan Çilingir Ahmet Efendi (Özeç) zamanında ilçe yeniden onarılmaya ve inşa edilmeye başlanmış. Çarşı Camiinin kuzeyi ile Çınarlı Camiinin batısında bulunan o büyük alana Belediye adına ahşap ağırlıklı dükkânlar yapılmış ve ihtiyaç sahibi esnaf ve sanatkâra kira ile verilmiş. Babamda bu dükkânlardan Çarşı Camiinin kuzey doğusundaki koca çınarın karşısındaki işyerini (Gündoğan Mahallesi Zafer Meydanı No:17 ) kira ile tutup mesleğini burada 30 yıl devam ettirmiş. İstiklal Caddesinde No. 37’deki iş yerimize 1952 yılında geçmiştik. Biz dört erkek iki kız olmak üzere altı kardeşiz. Muzaffer (1931) ağabeyim hariç bizlerde babam gibi çift isimliyiz. Benim Mehmet Nuri (1933), en büyük ağabeyim Hüseyin Osman (1922-2000), diğeri de Süleyman Sami (1927)’dir. Baba ocağında birlikte yaşayıp, hep beraber çalışarak babamıza destek olduk. Allah razı olsun, ondan bu mesleği de öğrenerek, helvanın her çeşidini imal ederek geçimimizi temin ettik. Ayrıca haşhaş ve susam yağıda imal ettik. Tahin yapmasını ise Sünnetçi Hacı Dayıdan öğrenmiştik. Tahin yaparken, susamları çul çuvallara koyar ıslatırdık. Ertesi günde, tokmakla döver tuzlu su havuzuna bu susamları atardık. Tuzlu su da susam kabuğu dibe çökerken, susam ise su yüzünde çıkardı. Kabuğu çıkmış olan bu susamları tuzlu sudan çıkarır bol suyla yıkardık. Sonra da onları geniş tavalara koyar kavururduk. Kavrulmuş bu susamları mengenelerden geçirerek tahini elde ederdik. Susam yağı yaparken de yağ için hazırlanmış susamları önce silindir şeklindeki aygıttan geçirerek ezerdik. Daha sonra tavında kavrularak mengenelerde insan gücüyle sıkılıp susam yağını elde ederdik. Süt ve salep türü sıcak içeceklerde yapar çevredeki esnaf ve sanatkâra satardık. Mevsiminde üzüm sirkesi de yapardık. Hiç unutmam; bir gün dükkânda üzüm sirkesi yapmak için, cam kavanozlara üzümleri salkımları güneşli bir yere bırakmıştım. Günlerden bir gün belediyenin sağlık ekibi denetlemeye gelmişti. Ekipte bulunan Belediye Zabıta Amiri Emin Bulut bu sirkeler bozulmuş diyerek dökmüştü. O anı ve o sahneyi hâlâ unutamıyorum. Babam gerçekten alçak gönüllü, halim selim bir insandı. Kimseyi incitmeyen hatırlı ve bilge bir insandı. Yenişehir malum her hangi bir lüksü olmayan kasaba idi. Pazar günleri işyerleri kapalı olduğu için, maç var ise, maça, yoksa arkadaş grubumuzla Akçeşme tarafına gider tur atardık. Dolapbaşına ise gidemezdik. Oraya sadece ailelerimizle birlikte mesire için gidebilirdik. Tatil sonrası Pazartesi günü yoğun çalışmamız dükkânda aynen devam eder ve cumartesi günü akşamı son bulurdu. Zaman geldi dükkânımızın geliri beş aileye yetmez olunca, yuvadan ilk ayrılan Hüseyin ağabeyim olmuştu. Bu ayrılık hepimize çok zor gelmişti. Önce Bursa’ya oradan da İzmit’e taşınmıştı. Burada oto yedek parçaları üzerine dükkân açtı. Daha sonra Pirelli Lastiklerinin de bayisi oldu. Durumu çok iyi idi. Oldukça zeki, çok dürüst ve yardımsever bir insandı. 2000 yılında ise orada vefat etti.
Yorumlar kapalı.