Gazetemizin önceki sayısında, Yenişehirli Marangozlar ve Kerestecilerin birinci bölümü yayınlanmıştı. Bu sayıda ikinci bölümüyle kaldığımız yerden devam edeceğim.
Çocukluğumuzda okullar kapandığı zaman, tatil yapacak bir lüksümüz yoktu. Erkek çocuklar bir ustanın yanına girer, hem meslek öğrenir, hem de birkaç kuruş harçlık kazanırdı. İşe girmeyip, boşu boşuna dolaşanlara ise büyüklerimiz : “Niye öyle geziyorsun, yoksa köpek mi taşlıyorsun?” diyerek ayıplardı.
Mutlaka bir dükkânda veya herhangi bir işte çalışmak gelenektendi. Çocukların da en çok heveslendiği iş kolu marangozluktu. Çünkü bu mekânlarda çekiç ile çivi çakmak, sonra da kerpeten ile sökerek oyalanmak çok keyifliydi.
O yıllarda, özellikle tamirhaneler, demirciler ve de marangozlar atölye gibi çalışırdı. İş yerleri ise pek sağlıklı değildi. Ahşap olan bu dükkânların zeminleri toprak olduğu için çok tozlanırdı. Pencereleri olmayanların tahta kepenkleri bulunurdu. Çoğunun tavan döşemeleri yoktu. Çatıları ise yerli kiremitle kaplıydı. Kış aylarında çatıdaki kar ve yağmur suları bu iş yerlerinin çekilmez çilesi olurdu. Dükkânı sabahın erken saatinde açmak, temizlik yapmak, kışın sobayı yakmak çırakların asli görevlerindendi. Usta gelmeden kalfalar gelir, işe başlanırdı. Her şey ahenk içinde olur, huzursuzluğa asla yer verilmezdi. Usta geldiğinde faaliyet daha da artar, akşam olduğu zaman imal edilen pencereler ve kapılar dükkânın müsait bir köşesine ayrı ayrı konurdu.
O yıllarda sanayi çarşısı olmadığı için bu gibi iş yerleri, şehir girişlerindeki caddelerde veya sokak aralarında bulunurdu. Bu dükkânlardan yükselen her türlü sesler kulaklara melodi gibi gelir kimse de rahatsızlık duymazdı. Çünkü o günlerde ne hava kirliliğinden, ne de ses kirliliğinden hiç bahsedilmezdi.
İlçemiz sanatkârları bu olumsuz iş yerlerinde faaliyetlerine devam edince, dönemin belediye başkanları (Şakir Üntut döneminde başladı. Ali Can devam etti. Vedat Şemaki döneminde de bitmişti) sanatkârlarımızı bir araya getirmek ve elverişli ortamlarda faaliyetlerini sürdürmek için, Çayır Mahallesindeki Sanayi Çarşısının yapılmasına karar verilmişti. Burada yapılan arazi düzenlemeleri sonucu oluşturulan arsalar ilgili esnaf ve sanatkârımıza ihale ile satıldı. Herkes kendi iş yerini ihtiyacına göre inşa etti. Yeni yapılan bu dükkânlar eski iş yerlerine göre daha sağlıklı bir şekilde yapıldı.
Çoğu da Demirciler Derneği üyesi olan bu sanatkârlarımız faaliyetlerine bu iş yerlerinde devam etti. Zamanla ihtiyaç gereği diğer esnaflarımız da buraya yerleşti. Sanayi Çarşısı da meslek okulu gibi çeşitli dallarda faaliyet gösteren dükkânlar ile her geçen gün büyüdü. Bu iş yerlerinde çıraklık yapan çocukların sayısı da artı. Hatta kimi iş yerlerinde bütün çalışanların sayısı 15-20 kişi olduğu görülürdü. Köy çocukları da bu çarşıda eğitim görüp yetişirken, köyden kente göçler daha da hızlandı. Gün geldi, bu Sanayi Çarşısı da dar gelmeye başladı.
Ve nihayet Bursa yolunun kuzeyine Küçük Sanayi Sitesi yapılmak üzere kooperatif kuruldu. Bu iş yerleri ilgili bakanlığın projelerine göre daha modern ve çok amaçlı yapılmıştı. Yapımı ise çok uzun sürdüğü için ümitsizliğe kapılan üyeler bu iş yerlerini başkalarına devretti. Şu an ise bazı esnaf ve sanatkârlarımız bu mekânlarda çalışmakta, mobilya ve keresteciler yoğun bir şekilde üretimlerini burada devam ettirmektedirler.
Yaşı gereği köyden kente göç edemeyen fakat bu mesleği torunu Adem Çalık’a aşılayan Eğerceli marangoz ustası Yongacı Mehmet Çalık’tır (1903-1999).
Dede mesleğini Kurtuluş Mahallesi Beyler Sokağı No:72 deki kendi iş yerinde sürdüren Adem Çalık’a, ziyarete gittim. Kendilerine bu meslekle ilgili araştırma yaptığımı ve eski el aletlerinden, olup olmadığını sordum.
“Bende var” diyerek, gözü gibi koruduğu ata yadigârı olan köştire (uzun rende) ve diğer aletlerini tozlu raflardan çıkardı. Bunları dedem yapmış diyerek, beyaz suntanın üzerine dizip, birkaç kare fotoğrafını birlikte çektikten sonra, anlatmaya başladı;
“Dedem marangozdu. Mesleğinden dolayı Yongacı Mehmet Usta olarak tanınırdı. El aletlerinin birçoğu hep kendi yaptığı aletlerdi. Baltayı çok iyi kullanır, tomruğun kapaklarını baltayla çıkarırdı. Pala testereyi birlikte kullanır, bir ucundan ben, diğer ucundan da dedem tutar, ileri geri çekerek tomruğu keserdik. Ondan çok şey öğrendim. İlk ve ortaokulu bitinceye kadar yaz tatilleri de dahil hep yanındaydım. Burada her türlü doğrama işleri yapardı. Özellikle de taban ve tavan döşemeleriyle civarda eline su dökecek yoktu. Sonra İnegöl Endüstri Meslek Lisesi Ağaç İşleri Bölümüne girdim. Okulumuzun diğer bölümlerinde okuyan arkadaşlarımız bize “tabutçu” derlerdi ama alınmazdık. Çünkü insanoğlu dünyaya geldiğinde ağaç beşiklerde büyür, gelişir ve yaşlanır ölür. Öldüğünde teneşirde yıkanır. Tabut ile taşınır. Defnedildiği zaman da tahta kapaklarla kapatıldıktan sonra toprakla örtülür. Yani ağaç ve ürünlerinin birçoğu hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Meslek Lisesini bitirdikten sonra iş hayatına atıldık. Bu mesleği yapan İbrahim Göçer de Meslek Lisesi mezunlarındandır. İlk olarak Bursa da Mokap firmasında çalışmaya başladım. 1984 yılında Yenişehir’e gelerek, Sanayi Çarşısı Güven Sokaktaki dükkânı Mustafa Tarhan’dan devir aldım. 1992-1995 yıllarında Yenişehir Endüstri Meslek Lisesi’nde Kalfalık ve Ustalık eğitimle-rinde usta öğretici olarak görev yaptım. 2001 yılında kendime ait olan bu iş yerine taşındım ve hâlâ burada aynı mesleği yapıyorum, ” diyordu.
Subaşı Köyünden Mustafa Özkan ise 1950’li yıllarda Yenişehir’e taşınarak Ulucami Mahallesi İstiklal Caddesi No:14/C deki iş yerinde marangozluk yapardı. Baba mesleğini Sanayi Çarşısındaki iş yerinde oğullarıyla devam ettiren Ali Özkan da, babasıyla ilgili şunları anlattı;
“Babam inşaat ustasıydı. 1950’li yıllarda Rıza Uluköy Usta ile ortak olmuştu. Baba Sultan Camii taban ve minberini, Çarşı Camii minberini ortak oldukları zaman yapmışlardı. Ortaklık bittikten sonra babamın yanında ben de çalışmaya başlayıp, Günece, İncirli, Necmiye, Çelebi köylerinin camii minberlerini, Yeni Çelebi Köyü-nün doğrama işlerinin çoğunu o yapmıştı. Sonra da köy okullarının ihalelerine Fuat Ceylan, Halil Camcı, Vedat Şemaki ve Mehmet Turhanlı ile birlikte girerek ortak işler yapmıştı. 1960’lı yılların ç çırakları ben, İsa Bal, Necdet Aşkan, Murat Genç, Mehmet Oymak, Ramazan Teksöz hatırlayabildiklerimdir. Bir de Gündoğan Mahallesinden Nevzat adında bizden büyük kalfanın soyadını hatırlayamadım. Bu yıllarda makineleşme yavaş yavaş başlamıştı. Mobilyalar ceviz kaplama yapılırdı. Daha sonra hazır formika kaplı suntalar üretilmeye başlayınca mobilyacılık da daha seri yapılır hal aldı. Formika yerini, sunta kaplama ve medefelere bırakınca, her şey de hızla değişti ve gelişti. Çırak olan bizim dönemdeki arkadaşlar kendi iş yerlerimizi de açtık. Çok çalıştık çabaladık, fakat istediğimiz gibi olamadık. Şu an üretimler, en gelişmiş makine parkıyla yapılmakta ve profesyonel kadrolarla yönetilmektedirler. Bu firmalarla bizim gibi küçük esnaf nasıl mücadele edebilir ki? Bizler onların yanında amatör kaldık. Şimdi de namerde muhtaç olmamak içinde, emek yoğunluğu ile çaba sarf etmekteyiz, ” diyordu.
Yorumlar kapalı.