Yıl: 1950. Yer: Akçeşme…
Soldan sırayla: Cingillerin Hakkı Cingil, Şemakilerin İhsan Şemaki, Günecelilerin Erdoğan Günece, Yemişçi Hakkı’nın Burhan Demirci. Öndekiler: Hacıveysellerin Halit Beysel, Karaağaçlıların Mustafa Erbaş ve Selahattin Türe.
Akçeşme o yıllarda bile huzur turlarının atıldığı, kederlerin dağıtıldığı bir sohbet kulvarı, bir açık hava mekânı idi.
İlçemiz eşrafının 60 yıl önceki star gençlerinin, kılık ve kıyafetleri, Atatürk ve Cumhuriyet gençliğinin güzel örneklerini yansıtıyor. Bu birlik ve beraberlikleri, o doyumsuz muhabbetleri gel de arama!
Fotoğrafa baktıkça maziye dalıyorum. Daldıkça harcanmış zamanın içinden tozlanmış anıları bir bir çıkarıyorum. Önemli olan geçmişte tanık olduğumuz silinmez anılar. Bu anıları iyisiyle kötüsüyle tazelemek, tabir yerindeyse paslarını almak oluyor benimkisi.
Dün ile bugün arasında geçen zaman, değişik bir kültürü oluşturuyor. Toplumların; yerel kültürlerine sahip çıktıkça varlıklarını daha anlamlı bir şekilde sürdürebilecekleri yadsınmaz bir gerçek.
Fotoğrafımızda yer alan dünün star gençleri, bugünün süper dedeleri oldu. Yaşamını sürdürenlere uzun ömürler dilerken, aramızdan ayrılanlara da rahmetler diliyorum.
Ne güzeldi o günler… Saygının, sevginin bolca olduğu, olumsuzlukların kol gezmediği, birimin kuruş, liranın ise altın olduğu yıllardı o yıllar…
Faiz nedir bilinmez, borç para alıyor denilecek diye bankalara girilmezdi. Havanın güzel olduğu günlerde sanatkârlar işlerini dükkânının önünde yapar, işini yaparken de etrafında üç beş kişi olur, öğüt verici sohbetler oluşurdu.
Bazen sohbet anında hükümet konağından mesaisi biten amir ve memurlar caddeden geçerken fötr şapkasını hafifçe eli ile kaldırır, tekrar başına koyarken; dışarıda bulunan bütün esnaf ayağa kalkıp, selamına karşılık verirdi.
Ekonomik sıkıntılar bu âdet ve geleneklerimizi unutturdu. Şimdi muhabbetlerin egemeni ise sadece ve sadece para. Para kimdeyse insanlar onun çevresini sarar oldu.
İstiklal Caddesi’nde baba mesleğini sürdüren Mustafa Erbaş, hâlâ yerinde. Rahmetli Burhan Demirci’de babasına ait Belediye Meydanı’ndaki aynı yerde bakkallık, daha sonra kırtasiyecilik yaptı. Cumhuriyet Caddesi’nde babadan kalan bakkal dükkânını işlettikten sonra saat tamirciliği sonrasında da uzun yıllar Arçelik markasının bayiliğini başarı ile götüren örnek tüccar Halit Beysel’de artık köşesine çekilmiş durumda.
Yazımı hazırlama aşamasında iken Halit Beysel ile o günleri konuştum. Sözlerine şöyle derinden bir oh çekerek başladı:
“Turgut o zamanları çok arar oldum. Niye mi? Huzur vardı, dostluk vardı, saygı ve sevgi vardı. İlçenin huzurunu bugün nasıl emniyet sağlıyorsa, o zaman Talip adında bir komiser vardı. Herkes ondan çekinir, yanlış yapmamaya özen gösterirdi” diye sözlerini sürdürdü.
Günleriniz nasıl geçerdi sorumu ise Halit Beysel şöyle cevaplıyordu:
“Fotoğraftaki kişiler olarak biz bir gruptuk. Her hafta Erdoğan’ın fırında güveç yapar, fırının üstünde de yerdik. Üzümleri ise Karakese’den (Cihadiye) bağları olan İhsan getirirdi. Bu alışkanlığımız askere gidinceye kadar sürdü. Bazen de Halkevi’nin lokaline gider oradaki etkinliklere katılırdık. Katılmayanlar ise sadece izlerdi. En lüks kahvehane Kâmil Ağa’nın yeri idi. (Şimdiki Ziraat Bankasının olduğu yer). Dükkâna misafir geldiği zaman, çayı kahveci İdişin Mehmet’ten içerdik. Yeri de şimdiki Sinoplar İşhanı’nın olduğu köşe idi. Bazı misafir gazoz isterdi. Gazoz da bir tek Şarkulüp’de (Şimdi Akbank’ın olduğu yer) bulunurdu. Oraya bütün amirler, memurlar ve öğretmenler çıktığı için, beni görecekler diye korkarak gider, kimseye görünmemeye gayret ederdim. Ortaokul yıllarında ise bütün lüksümüz bisiklet idi. Bisiklet pek herkeste bulunmuyordu. Resimci Mehmet (Kara Mehmet Sorgut) saat kulesinin etrafında turu bir kuruşa, beş turu beş kuruşa kiraya bisiklet verirdi.
Babam bana da bir bisiklet almıştı. İsmail abim sende bisikletini orada kiraya ver dediğinde, bende gidip bisikletimi çocuğun birine kiraya vermiştim. Buna kızan Kara Mehmet’in beni oradan nasıl kovaladığını hâlâ unutamam. O zaman benden başka yanılmıyorsam Topal Hakim’in oğlu Ünal Mesutoğlu ile Hacı Ahmetlerin Doğan Ersöz’de bisiklet vardı.”
Ne güzel yıllarmış geçen yıllar. Geriye baktığımızda altmış yılı aşkın bir zaman gelmiş geçiyor bile. Onun için ömür denilen şey şairin dediği gibi “Ne lüzumundan fazla uzun/ Ne lüzumundan fazla kısa” Onun için bu kısa ömürde ne kalp kırmaya, ne de üzülmeye değmiyor.
Kalıcı olan şey sadece iyi ve kötü anılar. Ali Bilgiç’in bir şiirinde dillendirdiği gibi:
“Ömür diyorlar adına gelip geçiyor işte
Ecel geliyor bir bir seçip gidiyor işte…”
Hayat denen nesne üç gün:
Dün=Geçti, Bugün=Yaşa, Yarın=Meçhul… İşte bu kadar…